Türkiye’nin önde gelen hukukçularından Avukat Satılmış Şahin ile Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemine dair önemli noktalara değinen Şahin, mevcut anayasa ve parlamenter sistem ile Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklerin yarım kalacağını ifade etti.
Türkiye’nin önde gelen hukukçularından biri olarak, hukuksal özgürlükler bağlamında değerlendirmeniz gerekirse, savunma makamından baktığınızda mevcut anayasanın yeterliliğini nasıl buluyorsunuz?
Anayasalar üstün hukuk normlarıdır. Yani bir ülkede var olan hukuk hiyerarşisinde anayasa üstün bir yere sahiptir. Tüm yasalar ve diğer mevzuat hükümlerinin anayasaya uygun olması zorunludur. Bunun tek istisnası Türkiye’nin de tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerdir. Mevcut anayasamızın 90 maddesi de uluslararası sözleşmelerle anayasa arasında farklılıklar olması halinde uluslararası sözleşme hükümlerinin uygulanacağını düzenlemiştir.
Hukuki özgürlükler bakımından mevcut anayasamızı yararlı bulmak mümkün değildir.
Anayasalar yapılış şekilleri bakımından tasnif edildiğinde karşımıza “Demokratik Anayasalar” ve “Plebisit Anayasalar” çıkmaktadır. Demokratik anayasalar halkın özgür iradesi ile yapılan ve yine toplumun görüşlerini esas alan bir nevi toplumsal sözleşmelerdir.
Plebisit anayasalar ise baskıcı anayasalardır. Bu tür anayasalarda insan hak ve özgürlükleri kısıtlıdır. Her ne kadar bazıları referanduma sunulsa da bu o anayasaların baskıcı vasfını ortadan kaldırmaz. Çünkü toplum korkutulmuş ve sindirilmiştir, ayrıca bir kısmı manipüle edilmiştir. Bizim kırk yamalı Anayasamızda böyle bir anayasadır. Ne hukuksal özgürlükler, ne de diğer özgürlükler asla yeterli değildir.
Yeni anayasa tartışmaları var gündemde. Yıllardır mevcut anayasa çerçevesinde hukuk savunuculuğu yapan biri olarak tartışmaya açık bir konu mu bu sizin için?
Türkiye’de on yıllardan beri anayasa tartışmaları yapılıyor. Hatta her seçim döneminde tüm partiler yeni bir anayasanın yapılmasını program olarak millete sunmaktadırlar. Türkiye’de kime sorsanız yeni anayasanın zaruri olduğu söyler. Bir darbe anayasası olan 1982 Anayasasının halen uygulanıyor olması Türkiye’nin bir ayıbıdır. Türkiye muasır medeniyet seviyesini yakalamak istiyorsa mutlaka insan haklarına dayalı, kişi hak ve özgürlüklerini esas alan, yeni bir anayasa yapmak zorundadır. Bunun tartışılıyor olması ve sürekli gündemde tutulması gereklidir. Mevcut anayasa Türk toplumuna giydirilmiş bir deli gömleğidir.
Özellikle son yıllarda birçok kesimden, hatta hemen hemen her kesimden mevcut anayasa değişmeli söylemini duyuyoruz. Fakat bir sonuca ulaşılamıyor. Bu çözümsüzlüğü neye bağlıyorsunuz?
Çözümsüzlük hem toplumdaki, hem de siyasi partiler arasındaki derin görüş ayrılıkları ve güvensizlikten kaynaklanıyor. Toplumun bir kesimi iktidardaki siyasi partiye güvenmiyor. Diğer bir kısım ise etnik temelli (Kürtçülük) siyasetle ülkede özyönetim, Kürt Kimliğinin anayasada yer alması, Anayasanın Türk Kimliğinden arındırılması istekleri, buna karşı milliyetçi bir politika izleyen diğer bir kesim ise aksi düşünceleri ortaya koymaktadır. Bu yüzden üst bir kimlikte temel hak ve hürriyetler ortaya konulmalıdır. Iraklı, Suriyeli ya da Amerikalı dediğimizde o kişinin devletini ve kimliğini tam olarak söylemiş oluruz. Bizde coğrafi bu kimliğin karşılığı “Türkiyeli”, “Türkiye Vatandaşlığı” olmalıdır. Birlikte yaşamanın, birlikte huzur içinde yaşamanın böyle bir üst kimlik altında birleşmekle mümkün olacağıdır.
Ayrıca farklı düşünülen bir başka konu; Başkanlık Sistemidir. İktidar Partisinin yeni bir sistem olan “başkanlık sistemi” talebi diğer toplum kesimlerinin ve diğer siyasi partilerin tepkisine neden oluyor. İktidar Partisi dışındaki siyasi partiler başkanlık sistemine tümden karşı olduklarını açık açık ifade ediyorlar. Herkes bir tarafa çekiyor. Herkes kendi görüşünde ısrarcı olunca, diğerinin görüşüne veya talebine siyasi bir refleks ile karşı durunca çözüme ulaşılamıyor haliyle.
Mevcut anayasa ile Türkiye daha ne kadar yol alabilir?
Türkiye mevcut anayasa ile yoluna devam etmemelidir. Bu Anayasa eskimiş, kırk yerinden yama yemiş ve bütüncül bir anayasa olmaktan uzaklaşmıştır. Türkiye’de yaşayan her kesimin bir uzlaşı içinde mutlaka mevcut anayasayı değiştirmesi gerekiyor. 82 Anayasası ile Türkiye yoluna daha fazla devam edemez.
Bir hukukçu olarak yeni anayasa çalışmalarına öncelikle şuradan başlanmalı dediğiniz nokta neresi?
Yeni Anayasa çalışmalarında; Türkiye, bir önceki dönem çalışmaları neticesinde mutabakata varılan 65 maddeyi belki küçük redaksiyonlarla kabul edip, çalışmalara kaldığı yerden devam ederse çok hızlı hareket etmiş olur. Toplumsal mutabakatı zor olan hususların sona bırakılarak, üzerinde kolay anlaşılacak diğer bütün maddeler üzerinde mutabakata vardıktan sonra mutabakatı zor maddelere geçilmelidir. Üzerinde derin görüş ayrılıkları bulunan konular toplum huzurunda tartışmalı. Herhangi bir oldu bitti algısı oluşturmadan, her parti bu konuları açık yüreklilikle ve iyi niyetle tartışmalı, sonunda bir uzlaşı sağlanmalıdır.
Yeni anayasa da özellikle değinilmesini ve kesinlikle değiştirilmesini istediğiniz alanlar nelerdir?
Bizim Anayasamız toplumu ve devleti önceleyen bir anayasadır. Oysa devlet bireyin mutluluğu için vardır. Ben mutsuzken devlet güçlü olmuş neyime? Toplumun huzuru bireyin mutluluk ve huzuru ile mümkündür. Bireyin haklarının devlet ve toplum adına kısıtlanması bireyin mutsuzluğuna sebep olur. “Dünya geniş olmuş neye yarar ayakkabım dar olduktan sonra” özdeyişi tamda bu hususa uygun düşer. İnsan hak ve özgürlükleri anayasanın temel ilkeleri olmalı. Yaygın bir tabirle anayasaların insan haklarına saygısından bahsediliyor. Esas olan insan haklarına saygılı değil, insan haklarını esas alan bir anayasa yapması olmalıdır. Ayrıca bu anayasanın toplumun her kesimini kucaklayan geniş katılımlı bir anayasa olması gerekir.
1982 anayasası için ne yönde bir oy kullanmıştınız?
Ben o tarihlerde asker olduğum için oy kullanmadım.
Gündemin bir diğer sıcak konusu başkanlık sistemi. Halkın kafası karışık, her yerden bir ses yükseliyor. Bir hukukçu olarak bize başkanlık sistemini en net şekilde nasıl tanımlarsınız?
Günümüzde artık Monarşi Yönetimleri geçerliliğini yitirmiştir. Bir iki ülkede krallar varsa da bunlar semboliktir. Ülke yönetiminde söz sahibi değiller. Yine dünyada artık hakim olan yönetim biçimi çoğunluk yönetimi olan cumhuriyet yönetimleridir. Ancak tek başına cumhuriyet yönetimi bazen diktatörlük husule getirmektedir. Bu nedenle bu gün tek başına cumhuriyet yerine “Demokratik Cumhuriyet” olgusu getirilmiştir. Son yüz yılın en büyük başarısı demokrasiyi yerleştirme çabası olmuştur.
Başkanlık sistemi de demokrasi kavramıyla izah edilmektedir. Demokrasi yoksa başkanlıktan söz edilemez. Zira bir ülkede demokrasi yoksa orda diktatörler veya krallar vardır. Başkanlık Sistemini demokrasiden ayrı bir yere koymak hata olur.
Bugün dünya da var olan Demokratik Sistemlerde; Parlamenter Sistem, Başkanlık veya Yarı Başkanlık Sistemi örneklerini görüyoruz. Ülkemizde çok bilinmemekle birlikte Başkanlık Sistemi de uzun yıllardır tartışılmaktadır. Rahmetli Özal ve Demirel’de zaman zaman başkanlık sistemine ihtiyaç oluştuğunu ve artık Başkanlık Sistemine geçmek gerektiğini dillendirmişlerdir. Ancak yüzyılı aşkın bir süre Parlamenter Sistemle yönetilen Türkiye’de bu durumu kabullenmek zaman alacak gibi gözüküyor.
Başkanlık Sistemi halkın Başkan’ını doğrudan seçtiği ve yürütme, yargı ve yasamanın kesin çizgilerle ayrıldığı, birinin diğerinin görev alanına müdahale etme yetkisinin bulunmadığı bir sistemdir.
Parlamenter Sistem mi Başkanlık Sistemi mi?
Üzerinde iyi çalışılmış, herkesin mutabık kaldığı, endişelerin giderildiği bir anayasa ile Başkanlık Sisteminin yararlı olacağını düşünüyorum.
Şuan Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi ile birlikte fiili olarak Başkanlık Sistemine geçmiş bulunuyoruz. Bu sistemin doğru hukuki zemine oturması için Anayasa değişikliği şartı vardır. Bugün hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan arasında bir uyum söz konusu, fakat yarın bunun garantisi yok. Geçmişte yaşadıklarımız ise hala canlı olarak hafızalarımızda. Bir Anayasa kitapçığı ile parlamento sistemi kilitlenmiş ve ülke büyük açmazlar yaşamıştır. Bu yüzden parlamenter sistem sıkıntılıdır. Parlamenter Sisteminde üç erk zaman zaman hangisi güçlü ise diğerlerine baskı yaparak, sistem açmazlarına neden olmaktadır. Üç erk arasındaki ilişkiler çok sert olmakta ve böylece aralarında senkronize sağlamak çok zor olmaktadır. Birbirlerine yaptıkları müdahaleler ülkenin kaderini etkilemektedir. Bunun ülkemizde en acı örneği; siyasi parti çöplüğüne dönen siyaset dünyamızdır.
Cumhurbaşkanlığı Makamı da yine aynı sorunların sonucudur. Halk üzerinde herhangi bir etkisi olmayan kişilerin Cumhurbaşkanı olması parlamenter sistemin arızasıdır. Bu bağlamda ülkemiz doğru anlamıyla hiç demokrasi ile yönetilmemiştir. Halkta karşılığı olmayan kişilerin bütün bir cumhura hükmetmesinin neresi demokrasi?
Nedir Başkanlık Sisteminin hayatımıza getirecekleri? Vatandaşa hak ve özgürlükler bağlamında ne gibi yansımaları olacak?
Başkanlık sisteminin parlamenter sistem ile arasında özgürlükler bağlamında çok büyük farklar olduğunu düşünmüyorum. İki sistemi insan hakları ve hukuk devleti kapsamında değerlendirmek gerekiyor. Başkanlık veya parlamenter sistem ise daha çok yönetimle ilgili konuları öne çıkarır. Her iki sistemde de özgürlüklerin geniş anlamda düzenlenmesi mümkündür. Ancak özgürlüklerin korunması bakımından başkanlık sistemini daha güvenli buluyorum. Örneğin doğrudan halk tarafından seçilmiş bir başkanın, yaş haddine kadar görevde kalacak bir hakimi ataması tabi ki daha güvenlidir. Kırk yıl görev yapacak bir hakim ve en fazla 8 yıl görev yapan bir başkan. Ayrıca yöneten bir Başkan ve Başkan ile hükümete hiç bir taviz vermeyecek bir yasama. Bu anlamda özgürlükler hem yasal hem de idari yönden daha güvenlidir.
Yönetimsel anlamda Başkanlık Sistemi, Parlamenter Sistemin hangi eksik yanlarını tamamlayacak?
Demokrasi geçmişimize baktığımızda hükümetler hep parlamentodaki bakilerden oluşmuştur. Her ne kadar Türkiye yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç erk-e sahip ve her erk birbirinden bağımsız dense ve hukuken böyle olsa da filen hiç öyle değildir. Hükümetin yasama içinden oluşması, yasamanın hükümet üzerinde bir baskı kurması söz konusudur. Hükümetin başının genelde bir siyasi partinin Başkan’ı olması bu defa hükümetin yasama üzerinde bir baskı kurmasını gündeme getirmektedir. Yargının zaman zaman yerindelik denetimi yaparak ve hatta hükümeti çalışamaz duruma sokması söz konusu olmaktadır. Tüm bunlar bize parlamenter sistemin çok iyi işleyen bir sistem olmadığını göstermektedir. Yakın tarihte gördüğümüz Anayasa Mahkemesi örnekleri hafızalarımızda yerini korumaktadır.
Başkanlık sistemi için Diktatörlük diyen bir kesim var. Başkanlık sisteminin diktatörlükle bir alakası var mı? Çok büyük yetkiler mi sunuyor merkezi idareye?
Başkanlık sistemi ile diktatörlük arasında bir geçişkenlik yoktur. En fazla iki defa seçilen ve halkın karşında seçilmek için aylarca ter döken insan diktatör olmaz/olamaz. Başkanlık sistemi sürelidir. 4+4 en fazla 8 yıl için seçilir başkan. Parlamenter sistemde ise süre yoktur. Başkanlık sisteminde başkan halka karşı her türlü eylem ve işleminden sorumludur. Parlamenter sistemde seçilen Cumhurbaşkanı sorumsuzdur. Parlamenter sistemde çoğu zaman Cumhurbaşkanını Meclis seçer, bu durum siyasette ve halkta hiç bir karşılığı olmayan militarist güçlerin veya diğer etkin bürokratların iştahının kabarmasına neden olmaktadır. Bizim tarihimizde Cumhurbaşkanlığı Seçimleri hep “Çankaya Savaşları” olarak adlandırılmış ve 10 yılda bir darbeye davetiye çıkarmıştır. Hatta anayasa mahkemesinin meşhur “367 Rezaleti” de bu sebeple zuhur etmiştir.
Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi de başka sorunları beraberinde getirmiştir. İki başlı bir yönetim ortaya çıkartmıştır. Bir tarafta yetkisini halktan almış yürütmenin başı konumundaki Cumhurbaşkanı ve yine yetkisini milletten almış bir Başbakan. Yetki çatışması kaçınılmaz bir hal almaktadır.
Başkanlık sistemi için Türkiye’yi bölme sistemi, amaç Türkiye’yi eyaletlere ayırıp, parçalamak diyorlar?
Merkezi yönetim ve daimi merkezi yönetim toplumun tercihidir. Çok kalabalık toplumlar; yönetim kolaylığı bakımından eyalet sistemini benimsemişlerdir. Küçük ve orta büyüklükteki toplumlar ise; Vilayet Sistemini benimsemişlerdir. Türkiye’de orta büyüklükte bir ülke olması sebebiyle vilayet sistemini benimsemiş, merkezi yönetim ağırlıklı bir yerinden yönetim modelini yürütmektedir. Aynı sistemin başkanlık sisteminde de yerine getirilmesi mümkündür. Başkanlık Sisteminde illa eyaletler olacak diye bir kural yoktur.
Belki yerinden yönetimi biraz daha güçlendirmek, örneğin valiliğinde halk tarafından seçilmesi ve yetkilerinin artırılması mümkündür. Başkanlık Sistemi ile bölünme arasında hiç bir organik bağ kurmak mümkün değil, aksine birleştirici özellikleri vardır.
Yeni Anayasa hazırlanırken Sivil Toplum Kuruluşları, dernekler, üniversiteler ve hukukçular ile halkın katkılarını sunacağı bir “ortak akıl” nasıl oluşturulabilir?
Anayasalar teknik metinlerdir. Herkesin kavrayıp yazabileceği metinler değildir. Anayasanın mutlaka teknik ekipler tarafından kaleme alınması gerekmektedir. Tek bir metin değil farklı metinler hazırlanarak, paneller, konferanslar ve toplantılarla halka ve sivil toplum kuruluşlarına anlatılmalı, onların fikir ve katkıları ile tartışmalar oluşturup bir sentez ortaya çıkarılmalıdır. Böyle bir yöntem bize hem zaman kazandırır hem de toplumda Anayasanın bir karşılığı oluşur.
Özellikle belirli konularda toplumun fikirlerinin alınması, örneğin bu tarım konusunda olabilir veya sosyal politika alanında olabilir, son derece önemlidir. Sayın Cumhurbaşkanı bunu telekonferans veya halka doğrudan sorma yolu ile yapacağını söylemişti. Buna benzer açık oturumlar, TV programları veya metinlerin yayınlanmasıyla Sivil Toplum Kuruluşlarının katkıları alınabilir. Ben eminim ki bu katkıların olumlu sonuçlarını ilerleyen zamanlarda yaşayarak göreceğiz.
Fakat yeniden belirtmekte yarar var ki; Anayasa yazımı teknik bir konudur ve ayrı bir uzman ekiple hazırlanmaktadır. Mevcut Anayasa ile gidilmeyeceği çok açıktır. Bu Anayasa bizi ulaşmak istediğimiz seviyeye götürmeyecektir. Toplumumuz için dar bir Anayasa olan 82 Anayasası insan hak ve özgürlükleri açısından oldukça katı ve sınırlıdır.
Son olarak, mevcut anayasa ve yargı etkileşimi için bir şeyler söylemeniz gerekirse?
Bu anayasada kişi güvenliği denilen bir şey yok. Kamuya çok büyük yetkiler verilmiş. Siz karakola gittiğinizde nasıl çıkacağınızdan emin misiniz bu anayasanın tanıdığı haklar ve ona dayalı yapılan kanunlarla? Veya bir sorguya çekildiğinizde ne olacağınızdan emin misiniz? Yargı önüne çıktığınızda yargılamanın sağlıklı yürüdüğünden emin misiniz?
Mevcut anayasa sayesinde siyasetin, cemaatlerin, farklı grupların saldırdığı bir mecra olmuştur yargı. En tehlikeli kurum haline gelmiştir.
Yargı denilen şey meşru gözüken en öldürücü silahtır. Hani savaşlarda tepede duran mitralyözler vardır ya, yargı da tam o tepede durup, aşağıda bulunan herkesi tarayan silah gibidir. Kim bunu ele geçirirse, hangi iktidar hüküm kurarsa, o gücü kullanmaktadır. Mevcut anayasa işte buna imkan veriyor. En büyük aksaklığı zaafı budur. Bu anayasa ile gidilmez, bu anayasa daha fazla götüremez Türkiye’yi…