Haber10 Genel Yayın Yönetmeni Cüneyt Polat, Mardin’in STK temsilcileri ile bir araya geldi. Bölgede yaşanan süreci, çözüm sürecinde yaşananları, halkın taleplerini, PKK’ya bakışını ve devlete olan bugünki yaklaşımını halkın temsilcileri ile konuştu.
Çözüm süreci herkesin özlemle beklediği ve istediği bir süreçti. Artık ölümlerin olmayacağı, genç dinamik insanların kanlarının dökülmeyeceği, bu toprakların artık kan görmeyeceği güzel bir gelişmeydi. Herkes olumlu karşıladı. Yatırım ve ticarete yansımaları oldu. Burada yaşayanlar, “ben ne yapabilirim, nasıl bir katkı sunabilirim, nasıl bir ticari gelişme yapabilirim” şeklinde yaklaşıyordu. Halk bunu çok olumlu karşıladı ancak karşı taraf bunu kötüye kullandı. Netice böyle olmamalıydı.
KOL KOLA HAREKET ETTİKLERİNİ ANLIYORUZ
Türkiye’de AK Parti ile birlikte siyasi istikrarın başlaması ve Sayın Cumhurbaşkanımızın, o dönem Başbakan olarak “ben Kürt sorununu kabul ediyorum. Bu sorunu kendim çözeceğim” demesi, hep iyiye yorumlandı. 2013 Nevruz Mektubu’yla bu sevinç doruğa çıktı. Artık silahlı mücadelenin son bulması istenildi.
21 Mart’ta çözüm süreci başladı fakat 29 Mayıs’ta da Gezi olaylarını sürecin karşısına çıkardılar. Kara bulutlar sürekli geziyordu. Bunlar sıkıntı yarattı. Yolda fikir değiştirmelere sebep oldu. Silahlı güçler dışarı çıkmadı. 17 – 25 Aralık ile sıkıntı daha da arttı. Bugün, 17–25 Aralık’la birlikte bu şer odaklarının kol kola beraber hareket ettiklerini anlıyoruz.
TÜRKİYE’NİN DOST BİLDİĞİ ÜLKELER ONUN KUYUSUNU KAZIYOR
Kobani olaylarıyla birlikte yeniden Kürt kimliğini devreye soktular. Aslında Gezi olaylarına darbe vuran şey, Kürt potansiyelinin olaylara katılmaması oldu. Gezi yarım kaldı. Buna karşılık Alevi potansiyelini kullanmak istediler ama baktılar ki olmuyor Paralel devreye girdi. Paralel ile de olmayınca, yeniden Kürt potansiyelini devreye sokmaya kalktılar. Türkiye’nin dost bildiği bütün ülkeler, aslında O’nun kuyusunu kazan ülkelerdir. Yanıbaşımızdaki bütün ülkelerin gizli servisleri bu işlerin içinde.
KAN DÖKÜLSÜN İSTEMİYORUZ
Gelinen süreçte, devletin sadece terörü hedef alması, halkı bunun dışında tutması çok isabetli ve güzel. Devletin ”Benim hedefim sadece eli silah tutan insanlardır” demesi, halkın da gönlünü aldı.
Eğer çözüm süreci başlamamış olsaydı, patlak veren Gezi’ye Kürt potansiyeli de katılmış olsaydı, kaosun büyüklüğünü o vakit görürdük. Allah korusun Mısır gibi olacaktık. Karşı taraf süreci kötüye kullandıysa bunun suçu hükümetin değil. Şimdiye kadar zaman verilmiyor, imkân verilmiyor denildi. 90’lı yılların ceberrut devlet anlayışında, köylerin boşaltılmasını, bir kişiden dolayı bütün köy halkını göçe zorlamalarını, hepsini gördük. Ancak bugün bunların hiçbirisini yaşamıyoruz.
BÖLGEYE SÜRÜLEN PARALEL POLİSLER OLAYLARI BÜYÜTTÜ
Paralel olayından dolayı buraya sürgün gelen bütün polisler, bu olayları büyüttü. Basına da yansıdı; adam yanan arabayı panzerle, diğer arabanın üzerine götürüyordu. Dolayısıyla, oyun içinde oyun varken, halk artık ne olursa olsun, bölgede olayların olmadığı, kanın dökülmediği bir ortam istiyor.
BU BİR KÜRT MÜCADELESİ DEĞİL
Bu artık bir Kürt mücadelesi değil. Sol örgütlerin, Sosyalist, Marksist, Leninist, Maoist derneklerin, devlete karşı mücadelesidir. Siyasi kulvara baktığımızda CHP de bundan geri kalmıyor. Ana muhalefet olmasına rağmen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, birçok konuda yapılmaması gereken açıklamalar yaptı. Böyle bir ana muhalefet olduğu müddetçe Türkiye’nin düşmana ihtiyacı yok.
KÜRT MESELESİNİN BİR MİLLİYETÇİLİK MESELESİ OLDUĞU ANLAŞILAMADI
Çözüm süreci iyi niyetli bir çalışma olarak başladı ancak sürecin ciddi eksiklikleri de vardı. Her şeyden önce meselenin ciddi bir tespiti ve tahlili yapılmadı. Yapıldıysa da bölgedeki yerel dinamikler çok fazla dikkate alınmadan yapıldı. Belki de bu hata şu anda da devam eden en önemli hatalardan birisidir. PKK ile görüşmeler merkezden yürütülürse mesele bitirilir gibi bir algı üzerinden strateji yapıldı. Fakat burada birçok STK var. “Bölge sadece PKK’dan ibaret değil. Kürt sorunu sadece PKK’nın ürettiği, ortaya koyduğu temsil ettiği bir sorun değil” şeklindeki şikâyetler, defalarca dile getirilmesine rağmen bir türlü dikkate alınmadı.
Buradaki temel problem, Kürt meselesinin anlaşılamamasıydı. PKK’ya karşı savaşılırken hendeklere karşı, çukurlara karşı savaşılırken, bir yandan da problem halen devam ediyor. Çok net bir şekilde Kürt meselesinin bir milliyetçilik meselesi olduğu anlaşılamadı. Kürtlerin milletleşme süreci içerisinde bir aşamada olduğu noktasını ısrarla görmeme gibi bir strateji var. Şunu çok net görmek gerekiyor ki; bu yanlış stratejiler sebebiyle, PKK gibi olabildiğince halka itici gelecek politikalar izleyen bir yapı bölgede destek bulabiliyor.
DUYGUSAL ZEMİNDE GİDEN BİR MİLLİYETÇİLİK PROBLEMİ VAR
Aslında devlet, bu çukur olaylarından sonra olabildiğince mutedil bir strateji izledi. Çok aklı başında, kabul edilebilir, halkı da yanına çekebilecek bir strateji güdüldü. Fakat buna rağmen bölgede PKK’nın ciddi bir etkinliği ve tabanı var. Buradan anlaşılıyor ki bölgedeki sorun, salt akılla çözülebilecek bir sorun değil.Oldukça duygusal zeminde giden bir milliyetçilik problemi. Dolayısıyla buna göre bir strateji izlemek gerekiyor. Milliyetçiliğin tek panzehiri vardır. Diğer milliyetçiliklerin de aynı seviyeye düşürülmesi. Türk milliyetçiliği, Arap milliyetçiliği, Fars milliyetçiliğinin Kürtlerin milliyetçiliğini vazgeçirebilecek bir seviyeye düşürülmesi lazım.
DEVLETİN STRATEJİSİ KARŞISINDA PKK’YI DESTEKLEYENLER BİLE ŞAŞKIN
Burada halka karşı, sürekli Türk milliyetçiliğini canlandırabilecek bir dil ve söylem, meselenin önündeki en önemli engellerden birisidir. Bu zihin dünyası hala değişebilmiş değil. Bu çukur meselelerinde hükümet, bizlerin bile beklemediği güzel bir strateji izledi. PKK’yı destekleyenler bile bunun şaşkınlığı içerisinde şu anda. “Devlet neden vurmuyor, öldürmüyor?” diyorlar. PKK inanılmaz ciddi hata yaptı ve halk PKK’ya inanılmaz derecede öfkeli. Ancak henüz tam olarak da vazgeçmiş değil.
SIRADAN BİR MİLLİYETÇİLİK MESELESİ OLDUĞU ANLAŞILABİLMİŞ DEĞİL
PKK bütün hesabını devletin 90’lı yıllardaki stratejisini izleyeceği üzerine kurmuştu. Bu beklenti tamamen boşa çıktı. Buna rağmen, hala devlet ve hükümet, Kürtler açısından çok ılımlı bakılabilecek bir unsur olarak görülmüyor. Çünkü devlet burada bu iyimser politikayı izlerken, aynı zamanda Ankara’da 16 Türk devletinin asker figürleri Cumhurbaşkanlığımızın merdivenlerine dizilebiliyor. 16 Türk devleti içerisinde yarısından fazlası Şaman devletidir, İslamiyet ile de alakaları yok. Bu durum bu bölgenin sosyolojisi açısından hiç anlaşılabilir bir şey değil. Bununla birlikte Türklük üzerinden üretilen bir dille siyaset izlenebiliyor. Hükümet nezdinde meseleye dair ciddi tedbirler, stratejiler, geçmişe oranla çok daha derinlikli yaklaşımlar var fakat meselenin hala çok sıradan bir milliyetçilik meselesi olduğu anlaşılabilmiş değil. Önce bunun anlaşılabilmesi gerekiyor.
İKİ SEÇENEK ARASINDA BİR KISIR DÖNGÜ
Bir kısır döngü içerisine girdik. Artık buradaki İslami STK’lar, dernekler, vakıflar, cemaatler, hükümetle karşılaştıkları tüm alanları, onlara gerçekleri anlatabileceği bir alan olarak görmekten çok, onların istediklerini onlara söyleyip, bunun karşılığında da belirli çıkarlar elde edebilecekleri bir alan olarak görüyorlar.
Ankara ile karşılaştığımız an iki seçenek arasında kalıyoruz. Birincisi onlara gerçekleri söyleyip onları kızdırmak, ikincisi, onların duymak istediklerini söyleyip, cemaatimizin maslahatını düşünerek belirli bir statü elde etmek.
Bölge insanının meseleyi olabildiğince realist bir yaklaşımla anlatması gerekiyor. Merkezi yapının da tüm dünyayı kendi durduğu noktadan okuma alışkanlığından vazgeçmesi gerekiyor. Bu ülkenin, bölgenin ferahı için bu kısır döngüyü aşmamız gerek.
HÜKÜMETİ PKK KONUSUNDA UYARDIK
2008’den beri iki noktada hükümeti uyarıyoruz. Birincisi; “PKK muhatap alınarak yapılacak bir çözüm sürecinin sonu, fiyaskoyla sonuçlanacaktır. PKK durmadan silahlanıyor. Kızıltepe’de şu kadar silahı var” diye defalarca uyardık. “O masada bölgenin asıl sahipleri olarak bizler olmalıyız” dedik.
İkincisi Paralel meselesiydi. Hepimiz uyardık. SODES niye Paralel’in elinde dedik. “Üniversitelerde Paralel ne iş yapıyor?” diye sürekli sorduk. Durmadan üsteledik.
İSTANBUL NEYSE DİYARBAKIR DA ODUR
Mısır’daki Tahrir Devrimi’nden önce akademisyenlerle toplantı yapıyorduk. Ankara’dan gelen bazı yetkililer ısrarla oradaki Müslüman Kardeşler’den olan akademisyenlere, “Türkiye sizin ağabeyinizdir” diyorlar. Onlar da “Tamam hepimiz kardeşiz de bu ağabeylik nereden çıktı” dediler. En sonunda bizlerde dedik ki “Neden kendimizi ağabey ilan edelim, aramızdaki hukuk, kardeşlik hukuku.” Bu oldukça aşağılayıcı bir bakış. Buradan Kahire’ye öyle bakan adam, Diyarbakır’a da öyle bakıyor. Önce bu bakıştan kurtulmamız lazım. İstanbul neyse, Ankara neyse bu ülke için Diyarbakır’da odur.
MÜSİAD olarak yaptığımız değişik toplantılarda söylediğimiz şey şudur: Hükümet, hiçbir kula muhtaç etmeden, mağdur olan insanların ihtiyaçlarını karşılasın ki, Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar Türkiye’nin ve hükümetin önüne gelen bu tarihi fırsat kaçmasın. Bölgemizin insanlarını hem maddi olarak, hem düşünsel olarak tekrar kazanalım. İnsanlarımızda düşünsel olarak inanılmaz bir boşluk oluştu. Bu boşluğu, bu hükümet dolduramazsa, yine eski yerine kayar.
Bu hendekler, çukurlar… Eğer Kürtlerin kurtuluşu içinse, özgürlüğü içinse yapılanlar yanlıştır. 7 Haziran seçiminde, HDP tarihin en büyük pozisyonuna geldi. Eğer olumlu bir politika sürdürseydiler, 1 Kasım’da belki ana muhalefete doğru gidebilirlerdi.
SİLAHLARI GÖRMEDİLER
Çözüm süreci boyunca bölgeye silah depolandı, çukurlar, hendekler kazıldı. Bunlar görülmedi mi peki? Herkes diyor ki “Gördüler ancak ses çıkarmadılar.”Ben de diyorum ki büyük ihtimalle görmediler. Hükümet kurulduğunda Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu ziyarete gitmiştik. O sıralar Nusaybin’de olaylar henüz başlamıştı. Ziyaretimizde, “Sayın Başbakan’ım bölgede büyük bir sıkıntımız var. Ekonomik sorunlar sosyal sorunlara dönüşüyor. Vergi ertelemeleri gibi önlemler alalım” dedik. Ahmet Bey; “Bize gelen bilgiler farklıdır, her şey kontrol altındadır, sıkıntı yok” dedi.
İşin açıkçası diyoruz ya “bilmiyorlar mıydı?” Biraz da bilmiyorlar… Çözüm sürecinde, bilgi akışının zayıf olduğunu düşünüyorum.
Terör, bütün dünyanın sorunu ve bir sonuç. Terörü oluşturan sebepler üzerinde durmalı. AK Parti iktidarı gelinceye kadar kimse sebepler üzerinde durmadı. Her zaman gündelikçi politikalarla, askeri tedbirlerle, vaziyet geçiştirilmeye çalışıldı. AK Parti geldi, herkese kucak açtı. Elbette hatasız olması mümkün değil. Bu topraklarda herkes zulüm gördü. Ancak diyelim ki bir Türk, bir Kürt, bir Arap bir suç işledi. Kürt’ün cezası her zaman daha fazla oluyor. Hakkı bir tokat ise o suçun, Türk bir tokat yer, Arap iki tokat yer, bir Kürt 3 tokat yer.
90’lı yılların zalim devletinin yerini, şu anda örgüt aldı. Bugün devlet ve Müslümanlar çok zalim, gaddar bir örgüt ile karşı karşıya. Görüyoruz ki bu örgütü Türkiye’ye karşı çok değişik güçler destekliyor. Ne özelliği var bu örgütün? Bu kadar destek görmesinin, arkasındaki sebep ne? Türkiye’ye karşı en kullanışlı taşeron örgüt olması. Neden “PKK muhatap alınıyor” sorgulamasında bence bir abartı var. Elinde silah olan bir örgüt var, eşkıyalık yapıyor. Elbette onu veya siyasi uzantılarını muhatap alırsınız.
Bu son çukur siyasetiyle anladık ki örgütün Kürt siyaseti diye bir derdi yok. Örgütün derdi alan hâkimiyeti. “Bölgeyi ben yöneteceğim” demiyor. “Bölgeyi tamamen ben yöneteceğim, benim hâkimiyetim altına girsin” diyor. Şu anda öyle bir fırsat verilse, en büyük kavgayı yine Kürtlerle yapacak. En büyük zulmü yine Kürtlere yapacak.
Mevcut iktidardan bütün talepleri bir anda istemek, haksızlıktır. İktidarın şu anda böyle bir gücü olduğunu düşünmüyorum. Fakat verilen hakların bir kısmı anayasal güvence altına alınmalı. MHP ‘Allah korusun’ iktidara gelirse bir yazıyla TRT Şeş’i yayından kaldırabilir. HDP ise yeni anayasanın oluşmaması için elinden geleni yapıyor. Ben bunları söylerken AK Parti’nin meleklerden oluştuğunu söylemiyorum. Ancak bir lider çıkıyor ve herkese kucak açıyor. Bunu görmek lazım.
Kürtler İran’da var, Irak’ta var, Suriye’de var, Türkiye’de var. Kuzey Irak’taki Kürt bölgesi mücadeleyle olmadı. Amerika oraya girdi ve orada hasbelkader bir bölge oluştu. Suriye’ye bakıyoruz orada Kürtleri temsil ettiği söylenen grup PKK’nın uzantısı. Suriye’de bir kıyam başlatılıyor, Esad’a karşı. Oradaki Kürtlerin hamisi, temsilcisi olduğunu iddia eden, PYD ya da YPG, orayı bir fırsata çeviriyor ve muhalifleri öldürmeye başlıyor. Burada da bir garabet var.
HALK PKK’YI DESTEKLEMİYOR SÖYLEMİ TAMAMEN GERÇEKÇİ DEĞİL
“Halk, PKK’yı desteklemiyor” söyleminin tamamen gerçekçi olduğunu söyleyemeyiz. Ciddi bir Kürt desteği var örgüte. Ama Kürt aldatılıyor, kandırılıyor. Örgüt asıl yüzünü göstermemek, kendisini tanıtmamak için de azami bir gayret gösteriyor.
TÜRKİYE, PKK VASITASIYLA BOĞULMAYA ÇALIŞILIYOR
Kürtlerin hamisi olduğunu iddia eden HDP, PKK, KCK ne derseniz deyin, Esad ile ilgili tek bir cümle yok. Dünyanın bir numaralı katili hakkında bir cümle çıkmıyor ağızlarından. Yapılmak istenen bir alan hâkimiyeti kurabilmek. PKK artık sadece PKK meselesi olmaktan çıktı. Çünkü bu kararları artık kendileri vermiyor. Şu an Türkiye, PKK vasıtasıyla boğulmaya çalışılıyor. Geçenlerde Osman Öcalan bile dedi ki; “Türkiye büyümeye doğru gidiyor ama dünya devletleri, kesinlikle buna müsaade etmiyor.”
BUNLAR ALGIDA MAHİR
Elinde PKK gibi bir -onlara göre- nimet olunca sürekli kullanıyorlar. Ben kesinlikle inanıyorum ki Kürt halkına tüm haklar dahi verilse onlar bu davadan asla vazgeçmez. Dertleri başka. Bu iktidar verdikçe, sıkılı yumruklarla karşılık gördü. Bunlar algıda çok mahirdirler. Muazzam algı oluşturuyorlar. Diyorlar ki; “zaten bunlar devletin vermesi gereken haklardı. Gecikmiş haklardı, ne diye minnet ediyorsunuz.”
Devlet ev yaptı, okul yaptı, dediğinizde, “zaten onları yapması gerekiyordu”denildi. Bu şekilde hep, halkın kafasındaki algıyı değiştirdiler.
Biz zannediyoruz ki Türkiye sadece Güneydoğu’dan ibaret. Bu işin Türk boyutunu da dikkate almak zorundayız. Acaba Türklerin tamamı bu işe ne diyor? Bu yaşananlar onlarca yılın, beraberinde getirdiği sorunlardır.
PKK’NIN DERDİ BAŞKA
Bu iktidar bu sorunu çözmek üzere riskler aldı, adımlar attı. HDP’nin, hiçbir zaman iktidarın attığı adımları onaylamadığını görüyoruz. Dolmabahçe mutabakatından bahsediyorlar. Demirtaş çıktı. “Bu iş AKP ile yürümez, bu iktidarla yürümez” dedi, süreci sabote etti. Anlıyoruz ki, şu anda PKK’nın derdi başka.
Halk devrimci halk savaşlarına katılmadı. Halk rağbet etseydi, belki cenaze haberlerindeki rakamlar saat başı değişecekti.
Biz bölge halkı olarak meselelerin yeni bir anayasa ile değişebileceğine inanıyoruz. Fakat bu o kadar da basit bir şey değil. Onlarca yılın birikimini bu iktidardan bir iki yılda istemek de iktidara karşı bir haksızlıktır.
Kayıplar çok. Fakat sevindirici bir şey var. İktidar birilerinin oyununa gelmedi. Sivillere zarar gelmemesi için elinden geleni yaptı. Umutluyuz…
Çözüm süreci, halkla başlatılması gerekirken PKK ile başlatıldı. PKK, aslında hiçbir zaman Kürtlerin temsilcileri olmamıştır. Kürt halkı da PKK’yı bu derece tanımamıştı. Ancak bu son çukur olaylarında bir nebze de olsa tanıdı. Halk kesinlikle PKK’ya taraftar olmadı. Yaşanan süreçte halkımızın evleri, ocakları yıkıldı. Ancak gerek Cizre’de gerek Silopi’de, gerek Nusaybin’de Kürt halkı, tamamıyla devlet tarafında olduğunu, PKK tarafında olmadığını ispatladı. Devletin bunu iyi okuması gerekir.
BU HALK KENDİ KÜLTÜRÜNÜN HASRETİNİ ÇEKİYOR
Halk bir şeyin hasretini çekiyor; kendi dilinden, kendi kültüründen mahrum bırakıldığı için, birileri kalkıp sizin haklarınızı vereceğiz, size özgürlükler getireceğiz, dilinizi, kültürünüzü, eğitiminizi sağlayacağız dediği zaman, “bu defa belki” düşüncesiyle o tarafa yöneliyorlar. Bu son Haziran seçimlerinde HDP’ye 80 milletvekili vermiş olmaları, elbette ki bunun göstergesidir.
DEVLETİN MUHATABI KÜRT HALKI OLMALIYDI
HDP mitinglerindeki kalabalıklar, PKK’nın Kürtleri temsil ettiğini göstermiyor. AK Parti bölgede çok daha büyük mitingler yaptı. Erdoğan, Diyarbakır’da “Kürt sorunu vardır” dediği için bu bölgenin yarısı O’na meyletmiştir. Ancak şu anda “Kürt sorunu kalmamıştır” dedi. Bu söylem ile bölge insanını tekrar düşünceye sevk etti. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, bu hükümet kadar, bu millete hizmet eden bir hükümet gelmemiştir. Belki de gelmeyecektir. Ancak şu anda bu hükümete de öfke besliyor Kürt halkı. Neden? Demek ki bir yerde hata var. İslami kimliğe sahip olan bir lider, Müslüman Kürt halkını bu yönde kazanmalı. Devletin muhatabı, PKK olmamalıydı, Kürt halkı olmalıydı.
PKK’NIN KÜRTLERE HİÇBİR FAYDASI OLMADI
PKK’da şu an bir sürü dış gücün parmağı var. Kürtlere hiçbir faydası olmamış, olmayacak, temsilcisi de değil; bu zihniyetle mümkün değil. Ancak birileri PKK’yı temsilci olmaya zorlarsa olur.
Gerçekten Kürt halkının hakkı verilseydi, “dilinizle eğitimle yapmak istiyorsanız alın size okul, alın size öğretmen” denilseydi bile şu an ortam farklı olabilirdi. Bu Allah’ın verdiği bir haktır, minnet etmeye de gerek yoktur. Allah sana Türkçeyi vermiş, bana Kürtçeyi, başka birine Arapçayı. Kimse çocuklarını dağa göndermeyecekti. Kürt halkının gönlünü feth etmek, kazanmak aslında çok kolay.
PKK’NIN NE MAL OLDUĞUNU GÖRDÜK
PKK halka kültürünü, dilini vaat ettiği halde, PKK’nın öyle bir derdi olmadığına inanıyorum. Sadece Kürtleri kullanıyor. PKK, Kürtlerin taleplerini terörüne aracı kıldı. Son hendek sürecinde PKK’nın ne mal olduğunu hepimiz gördük. Elhamdülillah biz daha önceden de biliyorduk. Şu anda Kürt halkı da PKK’ya lanet okuyor.
Hakları verirken devletin muhatap aramasına da gerek yok, “bu hakkınızdır, verdim” dese yeter. Bu bölgede ilahiyatçılar, Kızıltepe’de hâlâ Türkçe hutbe veriyor. O hutbeyi Kürtçe ver, neden korkuyorsun?
Sayın Cumhurbaşkanı çok cesurca bir şey söylemiş, “bir sakınca yoktur, herkes kendi diliyle, dinini anlatsın” demişti. Ancak hâlâ bu sorun çözülebilmiş değil. Bu topraklarda yaşayanların hakları anayasal güvence altına alınması gerekir.