Saat 15:30 civarı Vezneciler’e gitmek üzere ofisten çıktım. Ofisin hemen yanıbaşında Topkapı Kültür Parkı var. E-5’in araç gürültüsünü saymazsak ferah bir park sayılabilir.
Parkın içerisinden metro durağına doğru yürürken nereden düştüyse aklıma bir kaç satırını hatırlayabildiğim bir İsmet Özel şiiri düştü.
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
Sebeb-i Telif – İsmet Özel
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
Devamını hatırlayamadığım Sebeb-i Telif üzerine düşünürken, içimden:
“okuması güzel, anlaşılması güç adam şu İsmet Özel” diye geçirdim.
Mustafa Kutlu’nun İsmet Özel için söylediği sözler geldi aklıma.
İsmet Bey hakkında konuşmak fevkalade zordur. Çünkü İsmet Bey’in kendisi zordur. Trajik bir adamdır. Kimseyle imtizaç etmesi mümkün değildir. Son büyük Türk Şairi olarak kabul ederim kendisini. Fakat yürüdüğü yol bakımından daima uçlarda dolaşan, daima ne yapacağı belli olmayan, nerede ne söyleyeceği hesaba kitaba gelmeyen, fevkalade derin fakat bir o kadar geçimsiz, önemli bir fikir adamıdır. Şiiri bence O’nun da önündedir.
Mustafa Kutlu – Yazar
Bu kendi kendime muhabbetin içerisinde, “karşılaşır mıyız acaba bir gün, şöyle baş başa sohbet etmek ne güzel olur” diye de geçirerek İsmet Özel faslına son verdim ve yoluma devam ettim.
Vezneciler’de on dakika kadar süren işimi halledip yeniden metroya doğru yürürken bir müşterim aradı. Sorularını cevaplarken ilk gelen metroyu kaçırdım. Uzatınca, ikinci metroya da binemedim. Üçüncü gelmeden az önce kapatabilmiştim telefonu.
Yusuf Paşa durağına geldiğimizde bindiğim metro durdu, kapılar açıldı, inenler indi ve benim olduğum vagona, hatta tam önüme bir adam dikildi, bir şair: İsmet Özel.
Hayatım boyunca yaşayabileceğim en vurucu bir kaç saniyeyi o an yaşadım sanıyorum.
İsmet Özel ile karşılaşmış olmak değildi bu vuruculuğun sebebi. Bir az önce düşündüklerimin üzerine, İsmet Özel ile karşılaşmış olmaktı.
Üstad’ın yüzüne bakarken düşündüğüm şey şuydu:
Allah, kuluna O’nu sevdiğini gösterebilmek ve kendisini unutmadığını O’na hatırlatabilmek için fırsatlar yaratıyor, kuluysa; O’nun varlığına dair bir inanç duymanın dışında, O’nu sevdiğini ispat etmekten ne kadar da acizdi…
Yol boyunca sadece bu düşünce içerisindeydim. Topkapı Maltepe Durağı’na geldiğimizde İsmet Bey’de metrodan inmek için kapıya doğru yöneldi.
Birlikte indik ve selam verdim.
Az önce kendisi metroya bindiğinde ve biraz daha öncesinde parkta yürürken düşündüklerimi aktardım.
Hafif bir tebessüm etti ve “şimdi işte o parka gidiyoruz” dedi.
Birlikte yürüdük.
Nasılsınız diye sorduğumda, iyi olmadığını, daha doğrusu iyi hissetmediğini söyledi, düşüncelerini kendinden emin, benim cahil bir hayranlıkla dinlemek durumunda kalacağım ifadelerle aktardı.
Kendisini iyi hissettirmeyen ne varsa hepsi topluma, düşünceye ve fikre dair.
Bir bankın önünde durduk. Oturduk.
Yaklaşık kırk beş dakika süren bir İsmet Özel sohbetini tek başıma tükettim.
Sohbetin bir yerinde “ekranlarda yoksunuz, televizyonlara çıkmak istemediğiniz söyleniyor” diye sordum.
“Bir anlamda doğru, bir anlamda değil. Bu duyumdan yola çıkarak zaten gelmez diyor, davet etmiyorlar. Ben de bir davete gitmeden önce benim anlatmam gereken şeyin önemini sorgular, öyle giderim” diyerek cevap verdi.
Zaman çabuk geçti, kalktı.
Sarıldık.
“Uzun zamandır kendimi bu kadar iyi hissetmemiştim” diyerek teşekkür ettim.
İsmet Özel parkın diğer tarafına doğru giderken gözlerim bir süre daha O’ndaydı.
Aklım, henüz bir kaç saat önce bu parktan geçerken düşündüklerimde…
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
Münacaat – İsmet Özel
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
Cüneyt POLAT
05.03.2019