Filistin asıllı İngiliz akademisyen Dr. Azzam El Tamimi ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızın II. Bölümü için günümüz kahvaltı ile başladı ve El Tamimi’yi uçağına uğurlayana kadar devam etti. Röportajımızın II. Bölümünde El Tamimi ile Biraz Tunus’u, biraz Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşmasını ve Türkiye’nin uyguladığı dış politikayı konuştuk. İslamî cemaatlerin içler acısı durumu hakkında düşüncelerini aldık.
Dr. Azzam El Tamimi gibi entelektüel bir isim ile bir araya gelmek, Arap Dünyası’nın önemli bir akademisyeninden görüş almak, daha geniş bir perspektiften bölgeyi ve olayları değerlendirme fırsatı yakalamak bizim için oldukça değerli ve önemliydi.
Umut ederiz ki, gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi, okurlarımızın fikir/düşünce dünyasına, bölgede yaşananlara dair bir damla da olsa katkı sunmaya sebep olsun…
II. BÖLÜM
TÜRKİYE, İSRAİL’E TAVİZ VERMESİN İSTERİZ
Türkiye-İsrail yakınlaşmasıyla ilgili olarak değerlendirmeniz nedir? Bu yakınlaşmanın, Filistin ve Hamas’ta nasıl bir karşılığı var?
Buna iki boyutta bakılabilir… Birincisi; umut ve hayali içeren duygusal boyut. İkincisi; reel politik olan gerçekçi boyut.
Duygusal boyuttan baktığımızda; Türkiye’nin Siyonistlerle ve baskıcı, sömürgeci, gayri ahlaki bir politika izleyen Siyonist yönetimle hiç bir ilişkisinin olmaması gerektiğini söylememiz gerekir.
Realist boyuttan baktığımızda ise; ortaya farklı bir durum çıkıyor. Sonuçta farklı bir dünyada değil burada yaşıyoruz. Olması gerekenin dışında bir şeyler yapmak zorunda kalabiliriz. Mevcut Türkiye Hükümeti, sadece Filistin Halkı’nın değil bütün Arap halklarının yanında saf tutmaktadır.
Ancak, Türkiye Hükümeti uluslararası siyasi organizasyonların oluşturduğu yapıyı devralmıştır. Bu yüzden beklentilerimizi azaltmak durumundayız. Yine de gönül ister ki Türkiye, Filistinlilerin çıkarı için, İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesin.
Mavi Marmara olayından sonra Türkiye, çok güzel bir politika izleyerek, ilişkilerin normalleşmesi için 3 şart öne sürmüştü. Bildiğim kadarıyla Gazze’ye ambargonun kaldırılması şartı, ilişkileri tıkayan tek şart olarak kaldı. Biz isteriz ki Türkiye bu şarttan taviz vermesin.
İsrail medyasına bakıldığında; Gazze Ambargosunu hafifletmek için İsrail’in, Türkiye ile birlikte Gazze’de bir liman inşası istediğini görmek mümkün. Gelgör ki bunu engelleyen taraf Mısır Hükümeti’dir.
İsraillilerin söylemi ile; “Sisi’ye karşı durmak istemiyoruz”. Bu yüzden Sisi’nin tepkisini çekmemek için Gazze’de liman açma projesi durdurulmuştur. Yani İsrailliler Türkiye’nin Gazze Halkı’na yardım etmesini kabul edecek durumdalardı. Fakat bunu Mısır Ordusu engellemiştir.
ERDOĞAN AVRUPA’DAKİ MÜNAFIKLAR GİBİ DAVRANMADI
Az önce duygusallık ve reel politikten bahsettiniz. Türkiye bölge siyasetinde, sizce reel politik ile duygusallığı birbirine karıştırdı mı?
Birkaç farklı kanaldan bu anlamda farklı düşünceler olduğunu duydum. Birkaç yerden duyduğum kadarıyla; bu iki boyut arasında hükümetiniz içerisinde fikir ayrılığı var. Hükümet içerisinde Erdoğan’ın duygusal bir politika izlediği için eleştirildiğine dair duyumlarım var. Erdoğan’ın yaklaşımını eleştirenler; siyaset, ilkeler üzerinden değil, daha çok reel politika üzerinden yürütülmektedir demekteler.
Fakat tarihe bakıldığında önemli başarılara imza atanların, daha çok hayal kurup, bunun üzerinden politika üreten kişiler olduğu görülür.
Eğer Erdoğan pragmatik davransaydı, Arap Baharı’na karşı durması gerekirdi ve aynen Avrupa’daki münafıklar gibi bir politika izlemiş olurdu. Ama insanlar davranışları ve kararlarıyla değerlendirilir. Buna en güzel örneği ise Mandela oluşturuyor.
Mandela demişken, Mursi – Mandela gibi olabilir mi bir gün?
Mursi, Arap Baharı’nın sembolü haline geldi. İlkelerinden vazgeçmemek uğruna direndi ve halkının yanında durdu. İlkelerini hayatı pahasına korudu. Darbeden önce Amerika kendisinden istifa etmesini istedi fakat O “halkım beni seçtiği için bunu yapamam” diyerek bunu reddetti. Mursi’ye karşı çok insafsızca davranılıyor. Fakat, tarih O’na insaflı davranacaktır.
MURSİ’NİN UZATTIĞI EL HAVADA KALDI
Arap Baharı’nın başladığı yere, Tunus’a dönelim. Raşid Gannuşi’yi İslam Dünyası içinde bir demokrat olarak nitelendiriyorsunuz. Ayrıca “Tunus Modeli” için neler söylersiniz?
“Tunus Modeli” Tunus’un şartlarından kaynaklanan bir model olup planlanan bir model değildir. Mısır’da Mursi, Tunus’ta Gannuşi’nin yaptığını yapmak istedi fakat Mısır’da yaşananlar buna engel oldu.
Gannuşi’nin, yöneticileri Müslüman olduğu halde, ideolojileri İslami olmayan partilere uzattığı el kabul gördü. Mısır’da Mursi’de muhaliflerine el uzattı fakat Mursi’nin uzattığı el havada kaldı.
GANNUŞİ’NİN TEHDİT EDİLDİĞİ BİR SIR DEĞİL
Gannuşi, Tunus’ta tek başına iktidara gelebilecek bir üstünlüğe sahipken, Mısır’daki Askeri darbeden sonra aynı olayların Tunus’ta da yaşanabileceğini fark edip geri adım attı. Gannuşi’nin Amerikalılar, Avrupalılar ve Araplar tarafından tehdit edildiği bir sır değil.
Gannuşi; “eğer istifa etmezsen senin de sonun Mursi’nin sonu gibi olacaktır”diye açıkça tehdit edildi. Mısır’da darbe olmasaydı, bahsettiğimiz model daha erken bir zamanda ve daha iyi şartlarda Tunus’ta oluşabilirdi. Tunus etrafındaki ülkelere göre daha istikrarlı fakat siyasi açıdan demokratik ilkeler ne yazık ki işlevsel hale gelemedi. Mısır’da yaşanan darbe, Arap dünyasındaki bütün demokratik projeleri durdurdu.
ARAP BAHARINI GENELLEŞTİRMEMEK GEREK
Arap Baharı yaşanırken göze çarpan dağınıklığı siz neye bağlıyorsunuz?
Hiç bir parti, hiç bir örgüt veya hiç bir hareket bu ayaklanmaları başlatmış veya yönetmiş değil. Plansız başlayan bu hareket ivme kazandıktan sonra bölgeden ve bölge dışından önemli düşünürler, bu hareketi belli bir çerçeveye almaya çalıştı.
Arap Baharını genelleştirmememiz gerekiyor. Her bölgenin kendisine has durumları mevcuttur. Mesela, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Selefi örgütlenmeler ve gençlik hareketleri vardı. Halk ayaklanmasını üstlenen bu gruplar, hareketlenmeyi belli bir aşamaya ulaştırmak için uğraştılar.
Tunus’da Zeynel Abidin Bin Ali istifa edince Tunus’un İslamcıları Tunus’un dışındaydı. Bu kişiler Tunus’a geri dönerek Bin Ali sonrası süreci yönetmeyi başarabildiler.
Libya ve Suriye’de ise halk ayaklanması başladığı zaman İslami veya muhalif hareketler bölgede yoklardı.
Libya ve Suriye’de yaşanan süreçlerde diğer ortak nokta ise; ayaklanmanın askeri (silahlı) bir boyuta ulaşması idi. Ayaklanma silahlı bir boyuta varınca ortaya çok farklı bir durum çıktı.
Fakat Arap Baharı’nı esas başarısızlığa uğratan nokta; bunların güçlü bir destek görmeyişidir. Bu yüzden Suriye ve Libya’da ayaklanmalar askeri boyuta ulaştığında tam anlamıyla bir kaos oluşmuş ve daha büyük bir yıkım gerçekleşmiştir.
Arap Baharının başarısızlığını bir liderin yokluğuna bağlayamayız. Nitekim Yemen’de ayaklanmalar başladığında orda bir İslami hareket vardı ve ayaklanmaları yönetebilmişti.
Fakat ilerleyen süreçlerde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri bu İslami güçlere karşı işbirliği yaptılar. Sırf Müslüman Kardeşler iktidara gelemesin diye rakibi olan partileri desteklediler. Yemen’de uygulanmak istenen plan ise; Ali Abdullah Salih, Hutileri kullanarak Müslüman Kardeşleri yok etmeyi düşünüyordu. Fakat Müslüman Kardeşler savaşmayı reddettiklerinden dolayı, Hutiler inanılmaz derecede ilerleme kaydettiler. Suudi Arabistan kendi kazdığı kuyuya düştükten sonra, kendi hatalarını fark ettikten sonra, hatasını telafi etmek için daha büyük hatalı politikalar üretti.
Kısacası, Arap Baharını genelleştirmemek gerekiyor. Her bölgenin kendine has bir yapısı vardır ve ortada ortak bir düşünce olsa da, her bölgenin kendine özgü şartları söz konusudur.
ONLAR ‘YENİ OSMANLI’
Türkiye’nin bölgesel politikasını bir akademisyen, bir düşünür olarak, dışardan bakan bir göz olarak doğru buluyor musunuz?
Ben fikirlerimi kendi hükümlerime binaen veririm. Sonuçta bende bir tarafım. Ben bir Filistinli olarak, bir Arap olarak, bir Müslüman olarak. Türkiye yönetimine böyle bir grubun, bizim “Yeni Osmanlılar” olarak nitelendirdiğimiz insanların gelmesi inanıyorum ki büyük bir nimettir bizler için. Çünkü asıl olan bizim tek bir vücut olduğumuzdur. Laik-milliyetçi bir politika biz müslümanların bir arada olmasını engellemiştir.
Türkiye’nin Arap Dünyasına açılması pozitif bir adım. Uzun vadede hem Türkiye’nin hem de Arap Dünyası’nın çıkarına olacaktır. Bu yüzden Türkiye’nin bölgedeki dış politikasını çok olumlu buluyorum. Bu adımları atarken hem bölgesel hem de küresel olarak büyük zorluklarla karşılaştıklarını görüyor ve daha büyük zorluklarla karşılaşacaklarını da biliyorum. Bu sebeple, başarılı bir şekilde politikalarını devam ettirebilmeleri ve Allah’ın onlara bu zorlu davada yardımcı olması için sürekli dua ediyoruz…
KARADAVİ: HAYALİM BÜTÜN ARAP DİYARINI ZALİMLERDEN KURTARMAK
Şu yaşadığımız süreçte bir çok ilginç olaya şahit oluyoruz. Mesela Ortodoks ve Katoliklerin bir araya gelip sarılıyorken, İslam ülkelerinde mezhepleri geçtik, cemaatler bile ayrışıyor. Fikir birliği yok. Hâl böyleyken zafer nasıl gerçekleşecek? Allah’tan bir mucize gelir mi?
İslami Hareket bu birliği sağlamak için çalışmaktadır. Yakın zamanda Yusuf El Karadavi ile bir programımız olacak. Facebook’da geçtiğimiz günlerde Yusuf El Karadavi’nin Günlükleri isimli 4 ciltlik kitabından bir bölüm paylaştım.
Yusuf el-Karadavi’nin “Müslüman Kardeşlere katılmakla 5 kazanç elde ettim” sözü bize birçok şeyi açıklıyor.
Nedir bu 5 kazanç?
– Burada Yusuf El Karadavi’nin söz konusu kitabını açarak okumaya başlıyor… –
***
Müslüman Kardeşler davasına katılmamla, küçük dertlerden çok daha büyük dertler edindim. Kendi şahsi çıkarlarım ve hayallerimi bırakarak, ümmetimin hayallerini kendime hayal edindim. Artık tek isteğim üniversiteden mezun olmak değildi. Daha sonrasındaki kendime ait gelecek planlarımı bırakarak daha derin hayallere kendimi adadım. Kendi isteklerimin dışına çıkınca, umutlarımın genişlediğini fark ettim. Artık benim hayalim; Nil Vadisi’ni ve bütün Arap diyarını her türlü zalimden kurtarmak olmuştu.
Bölgemizde bulunan fakat dışarıdan ithal edilmiş bütün fikirleri artık yok etmek gibi bir çalışmam başlamıştır. Onun yerine bizden olan, İslami bir dayanağı olan hüküm ve düşünceleri yerleştirme çabası içine girmeye başladım. Ve İslam Ümmeti’nin ilerlemesini istemeye başladım. İlim ve teknolojinin ilerlemesi için çalışmaya başladım. Ümmetimin geride kalmışlık hapishanesinden çıkması için çalışmaya başladım. Ve umudum şudur ki; İslam Ümmeti’nin ve İslam Ülkeleri’nin birleşmesini, cahiliyeden kaynaklanan ayrılıkların bitmesini umut etmeye başladım.
Bu yüzden benim dertlerim küçüktü. Onları daha büyük dertlerle değiştirdim. Artık benim dertlerim, büyük bir ümmetin büyük dertleri olmaya başladı. Ümmetimin dertleri olmaya başladı.
***
İslami Hareketin hedefi işte budur. Bu yüzden üzerinde birçok baskı ve tepki var. Kendi fikirleri ve kendi küçük çıkarlarını düşünen İslami Cemaatlerin ideolojisinde bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Daha kapsayıcı düşüncüler başarıyı vaat etmektedir.
GENÇLER UMUTSUZLUĞA KAPILMASINLAR
Bitirirken, Türkiye’nin ve Dünya’nın Müslüman Gençleri’ne tavsiyelerinizi alsak?
Değişimi gerçekleştirecek olanlar; gençlerdir.
Verebileceğim ilk tavsiyem; özellikle zor koşullarda umutlarını kaybetmemeleri ve umutsuzluğa kapılmamalarıdır.
İkinci olarak; ümmeti başarıya götürecek tek grup kendileri değildir. Böyle bir yanılgıya düşmemeleri gerekiyor. Toplum olarak herkesin bu başarıda bir rolü olduğu unutulmamalılar. Sadece siyasi olarak da değil, teknoloji, eğitim, kültür, spor ve sosyal alanlarda da çalışmaları ve sadece gençlerin değil kadınların, yaşlıların veya çocukların da kendilerine düşen görevleri yerine getirmeleri gerekir.
Üçüncü olarak; diğer Müslüman ülkelerdeki gençlerle iletişim kurarak, onlarla tecrübe paylaşımı ve alışverişinde bulunsunlar. Kardeşlerini tanısınlar.
Dördüncü olarak; Amacımız insanların bireysel bekası değil, fikrin bekası olmalıdır. Fikrin başarıya ulaşmasıdır. İnsan ölebilir, insan fikri için ölebilir. Peygamber Efendimizin bir Hadis-i Şerif’i vardır. Şehitlerin efendisi Hz. Hamza’dır ve şehitlerin efendisi zalim bir hakime karşı doğru bir söz söyleyen insan, ve bu doğru sözden dolayı öldürülen insandır. Doğru sözü, doğru fikri savunduğu için öldürülen insanı şehitlerin efendisi olarak nitelendiriyor efendimiz.
Beşinci olarak; hiç bir şey durumumuzu değerlendirmeyi engellemesin. Boşluklarımız ve hatalarımız olacaktır, bunlara el atmaktan, düzeltmekten geri durmamalıyız.
Son olarak; Hasan El-Benna’nın şu sözünü hiç akıllarından çıkarmamalarını tavsiye ederim; “işimiz zamanımızdan çoktur…”
– SON –