AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan’la Başkanlık sistemi ve yeni anayasayı konuştuk.
Milletvekili olmanın yanında iyi bir hukukçu olduğunuzu biliyoruz. Hükümet partisinin milletvekili olmanızın dışında, bir hukukçu olarak hukuksal özgürlükler bağlamında mevcut anayasanın yeterliliğini nasıl buluyorsunuz?
Mevcut anayasa bir darbe anayasası. Siyasi partilerin kapatılıp parlamentonun kapısına kilit vurulduktan sonra askerlerin yaptığı bir anayasadan söz ediyoruz. Her ne kadar zaman içinde birçok değişikliğe uğramışsa da ruh olarak hâlâ bir darbe anayasası olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Türkiye’nin ulaştığı demokratikleşme seviyesine artık bu anayasa ayak uyduramıyor. Bu yüzden ülke olarak darbe anayasası utancından bir an evvel kurtulmamız gerekiyor.
Özellikle son yıllarda bir çok kesimden, hatta hemen hemen her kesimden mevcut anayasa değişmeli söylemini duyuyoruz. Fakat bir sonuca ulaşılamıyor. Bu çözümsüzlüğü neye bağlıyorsunuz?
Öncelikle, yeni bir anayasa ile mevcut anayasanın değiştirilmesini birbirinden ayırmalıyız. Bizim ihtiyacımız olan şey, anayasanın değiştirilmesi değildir. Yeni baştan bir anayasa yazmaktır. Siyasi partiler, yeni anayasa diyorlar, ancak nasıl bir anayasa istediklerini ortaya koymuyorlar. Hâliyle de bu konu şu ana kadar çözümsüz kaldı.
TBMM Başkanı İsmail Kahraman başkanlığında Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Bir önceki dönemde Cemil Çiçek başkanlığındaki komisyon uzlaşamamıştı. Bu defa umudunuz var mı?
Hem bir siyasetçi olarak hem de bir vatandaş olarak Türkiye’ye dair umudumu her zaman korudum ve korumaya devam ediyorum. Bir önceki Uzlaşma Komisyonu 60 madde üzerinde uzlaşabildi. O dönem Genel Başkanımız olan Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan, muhalefet partilerine bir çağrı yaparak bu maddelerin Meclis’ten geçirilmesini istedi ancak muhalefet bu çağrıya kulak vermedi. Eğer o maddeleri değiştirmiş olsaydık demokratikleşme yolunda mesafe kat etmiş olurduk. Ama hâlâ geç kalmış değiliz. Geçmiş komisyona ait deneyim var. Komisyon’a 104 üniversitenin, 160 dernek ve vakıfın, onlarca sendikanın görüşleri iletildi. 70 bini aşkın vatandaş e-posta ya da mektup yoluyla fikirlerini Komisyon’a ifade ettiler.
Böyle katılımcı bir deneyim varken, umutsuz olduğumu söyleyemem.
Uzlaşma gerçekleşmezse, ortaya mutabakat sağlanan bir taslak çıkmazsa, AK Parti’nin stratejisi ne olacak?
Öncelikle biz AK Parti olarak, yeni dönemde oluşan Komisyon’dan olumlu bir sonuç çıkacağına inanıyoruz. Eğer Komisyon’da dört parti anlaşamazsa üç parti ya da iki parti anlaşabilir. Ancak buradan da bir sonuç çıkmazsa, o zaman kendi anayasa önerimizi, vatandaşlarımızın da fikirlerini almak için kamuoyuna sunar, ardından da Meclis’e getiririz. Meclis aritmetiği AK Parti’nin tek başına anayasa yapması için yeterli değil. Ancak taslağı Meclis’e getirdiğimiz zaman anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi için gerekli olan en az 13 milletvekilinin bizlere destek vereceğine inanıyorum.
Gündemin bir diğer sıcak konusu başkanlık sistemi. Halkın kafası karışık, her yerden farklı bir ses yükseliyor. Bir hukukçu olarak bize başkanlık sistemini en net şekilde nasıl tanımlarsınız?
Başkanlık sistemi, yasama, yürütme ve yargı erklerinin en sert şekilde ayrıldığı bir yönetim sistemidir. Bu sistemde yasama ve yürütmenin başında olan Başkan ayrı ayrı seçimler yoluyla seçilir. Parlamenter sistemde olduğu gibi, yürütme, yasamanın içinden çıkmaz. Başkan, yürütmenin başındaki kişi olarak bakanları, yasama dışından belirler. Böyle bir işbölümü, milletvekillerinin ve bakanların daha rahat iş yapmalarını sağlıyor.
Başkanlık sistemi yönetimsel anlamda parlamenter sistemin hangi eksik yanlarını tamamlayacak?
Parlamenter sistem, Cumhuriyet’in başından itibaren krizler ve darbeler üretti. En son krizi, 7 Haziran seçimlerinde yaşadık. AK Parti, %41 oy alarak birinci parti olmasına ragmen tek başına hükümeti kuramadı.
Geçmişte Özal, DYP-SHP koalisyon hükümeti ile problemler yaşadı. Aynı şekilde Demirel Çankaya’dayken hükümetlerle problemler yaşadı. Ahmet Necdet Sezer, Bülent Ecevit’le aynı dünya görüşüne sahip olmasına ragmen, MGK’da kendisine kitapçık fırlattığı için ülkede ekonomik kriz yaşandı. Bugün yürütmenin iki başı olan Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir problem yaşanmıyorsa bunun temel nedeni, Cumhurbaşkanımız ile Başbakanımızın aynı siyasi gelenekten gelmelerinden kaynaklanıyor. Yarın, Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın birbirine zıt anlayışlara sahip olması durumunda geçmiş döneme benzer krizlerin yaşanması muhtemeldir. Bu tür krizleri önlemek adına bir an evvel Başkanlık sistemine geçmemiz gerekir.
Başkanlık sistemi için Diktatörlük diyen bir kesim var. Bunun yanında Türkiye’yi bölme sistemi ve özerkliğe kapı açan diyenler de var. Başkanlık sisteminin diktatörlükle bir alakası var mı? Mevcut sistemden çok daha geniş yetkiler mi sunuyor merkezi idareye?
Başkanlık sistemi için “diktatörlük” diyenler, ya çok cahiller ya da bilinçli olarak bunu çarpıtıyorlar. Başkanlık sistemi demek, Başkan’ın her istediğini yapabildiği, keyfi, otoriter bir rejim değildir. Kaldı ki bugün Başkanlık sistemi ile yönetilen Amerika Birleşik Devletleri diktatörlük mü? Yarı-başkanlık sistemine sahip Fransa diktatörlük mü?
Bir diğer çarpıtma konusu da bahsettiğiniz özerklik, federasyon meselesi. Evet, Başkanlık sistemi denince akla gelen ülkelerin başında olan ABD, aynı zamanda bir federasyon. Ancak Başkanlık sistemi illa federasyonla olur diye bir durum yok. ABD’nin federal bir yapıda olması, ülkenin kendi tarihinden kaynaklanmaktadır. Türkiye, üniter bir devlettir ve üniterliğinden de geri adım atmaz. Bizim önerdiğimiz Başkanlık sistemi de üniter devlet sınırları içerisinde bir Başkanlık sistemidir.