Mardin’in STK temsilcileri ile bölgedeki son durumu değerlendirdiğimiz görüşmelerimizin 2. bölümü…
Biz Mardin’de 3 dili konuşuyoruz, üç dili konuştuğumuzda da yabancı dil bilmiş sayılmayız. Kürt’ü de Türk’ü de Arap’ı da öyle. Ben üç dil biliyorum ancak kendimi yabancı dil bilmiş biri olarak görmüyorum. Mardin halkının geneli böyledir. O yüzden Mardin bir örnektir bölgeye. Keşke tüm Türkiye böyle olabilse. Bizim birbirimize karşı saygımız var. Süryani’si de, Kürt’ü de, Arap’ı da, Türk’ü de Mardin de kardeşçe yaşıyor.
Bölgemizde şu anda, dindar olsun olmasın PKK’ya sempati duyan çok insan var. Bu anlamda merkezi yönetime bilgi akışında yanlışlar var. Biz İslamî STK’lar merkezden gelen insanlara kendi görüşümüzü, kendi fikrimizi yansıtıyoruz. Karşı taraf da kendi görüşlerini anlatıyor. Gerçekleri hiç konuşmuyoruz maalesef. Artık gerçekleri masaya yatırmak gerek. Sevsek de sevmesek de PKK bu bölgenin bir gerçeği.
Nusaybin’e, Cizre’ye, Sur’a ve daha birçok yere tonlarca mühimmat girdi. Halk bunu soruyor. Devlet neredeydi deniyor sokakta. Devletin gözü önünde hendekler kazıldı. “Devlet neden engel olmadı” diye soruyor vatandaş. Son iki ayda binlerce mağdur insanla görüştüm. “Devlet şu anda evimizi bozuyor” diyorlar. Bugün bir kadınla görüştüm, bana “devlet beni zorla evinden çıkardı, sonra da kendisi girdi ve en son çıkarken de yakacak” diyor. İnanç bu. Oysa devletin öyle bir şey yapacağına inanmıyorum ben. Devlet o mağdur halk için şu anda orada. Fakat bazı şeylere çözüm adına göz yumulmasaydı süreç buraya gelmeyebilirdi.
HDP’nin 7 Haziran başarısı Kandil’in işine gelmedi. Türkiye’nin 3. partisi olan HDP’ye Kandil darbeyi vurdu. Çözüm sürecinde Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Başkanlık sistemini getirerek bölgede yeni bir şekil inşa edecekti. Bu da Kandil’in hesabına gelmedi, işi bozdular. Demirtaş’ı çıkartıp “seni başkan yaptırmayacağız” dedirttiler. “Senin kuracağın Kürdistan’ı istemiyorum, ben kendi elimle Kürdistan’ı kuracağım” dediler. Benim kanaatim bu.
Çözüm sürecinde çok güzel gelişmeler oldu. Ancak 6-8 Ekim olaylarında bölgede kontrol PKK’nın eline geçti. Devletin bu noktada zayıflığını gördüm.
Hepimiz çözüm sürecinin başlamasının doğru bir adım olduğunu düşünüyoruz. Çok umutlar bağlandı sürece ama maalesef istenen şekilde sonuçlanmadı. “Neden olmadı” biraz bunun üzerinde durmak lazım. Öncelikle şeffaf değildi. Gerçekten sonucunun ne olduğu, perde arkasında nelerin görüşüldüğü, hangi adımların atıldığı, hangi adımların atılacağı, hangi adımların bekletildiği, ne tür pazarlıkların yapıldığı bilinmiyordu ve kamuoyuyla paylaşılmıyordu. Şeffaf olmaması bölge halkında “ne kadar sürecek bu belirsizlik” sorusunu doğurdu. Bir bahar havası var, ölüler yok, çatışma yok, turizm canlanıyor, bunlar hep bir umut oldu fakat bütün bunlara rağmen sürecin yürüme şeklinde bölge halkında bir tedirginlik ve endişe vardı.
“PKK neden muhatap alındı” demiyoruz, “neden sadece PKK muhatap alındı” diyoruz. Bölgede PKK’nın tek muhatap alınması, sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülmemesi ve sonuçlandırılmamasının bir sebebi oldu. PKK’da muhatap alınacaktı elbette ancak bölgede tüm propagandalara rağmen var olan ve varlığını devam ettiren İslami bütün STK’ların da çözüm sürecinde muhatap alınması gerekirdi. Bu yanlış PKK’nın elini güçlendirdi. PKK, “ben yıllardır Kürt halkının haklarının mücadelesini veriyorum, kan döküyorum ve bugün pazarlık masasına oturup haklarımı söke söke alıyorum” propagandasını bu süreçte çok iyi yaptı. Bu propaganda bölge halkında da karşılık buldu. Seçimlerde bunu gördük.
Batı’da bunu gören vatandaş PKK ile bağdaştırıyor!..
PKK’nın kullandığı her sembol, PKK’nın değildir. Kırmızı, yeşil ve sarı renk, bin yıldır Kürt halkının rengidir. Bu renkler PKK daha yokken vardı. Peşmerge kıyafeti Kürt halkının geleneksel kıyafetidir. Nasıl ki Ege’de yöresel bir kıyafet giyildiği zaman oradaki halk bunu ayrımcılık olarak görmüyor, peşmerge kıyafeti de Kürt’ün kıyafetidir. Bu konuda doğru okuma yapamayan Türk kardeşlerimizin bakış açılarını bir kez daha gözden geçirmeleri gerekir.
Üniversitede bir akademisyen hoca olarak söylüyorum bunu; gençleri kaybediyoruz. Yüzde 85 oranında PKK’ya destek veren gençlerimiz var. Biz gençlerle hem sınıflarda resmi olarak hem de sivil olarak oturup konuşuyoruz ve bu yüzde 85’in içinde yüzde 40-45’i de namaz kılıyor. İçerisinde başörtülü öğrencilerimiz de var.
Çözüm süreci başladığı zaman halkta bir umut ışığı doğdu. Hatta çözüm süreci gerçek mi? Devlet bu kadar samimi olabilir mi? Şeklinde bir algı vardı. Devletin adımları, halkın yavaş yavaş buna inanmasını sağladı.
Çözüm süreci yavaş başladı; bu da süreci istemeyenlerin, süreci baltalamasına fırsat verdi. Bu süreç, halkta PKK’nın “Biz kendi gücümüzle, mücadelemizle alıyoruz” söylemini güçlendirdi.
HDP’nin çıkıp, “biz imam hatipleri kapatacağız, din derslerini kaldıracağız” gibi söylemleri ciddi tepki çekti. Halk şunu sorguladı: Bu HDP ya da PKK, Kürt sorununu mu çözecek, yoksa AK Parti iktidarını yıkmaya mı çalışıyor?
Halkın en ağır tepkisi de HDP’nin çukur siyasetinde ortaya çıktı. Halk dedi ki; “Bu çukur siyasetiyle PKK ve çevresi, Kürt sorununa yönelik bir şey yapma çabasında değiller, tamamen kendi alan hâkimiyetini, hatta dine karşı olan alan hâkimiyetini güçlendirerek, dindarları diskalifiye etmek ve belki de Sol, Komünist bir yapılanmayı ortaya çıkaracak.” Bu algı, halk nazarında da güçlendi.
Bir diğer nokta; devlet bunu fırsata dönüştürebilir. Şu anda ciddi bir kesim PKK’ya ve HDP’ye karşı duruyor. Ortada duruyorlar. PKK ve HDP’nin çukur siyasetine karşı çıkıyorlar hem de devletin çukurların kazıldığı anda tepki göstermemesine kızıyorlar.
Devlet siyaseti nasıl işler bilmiyorum ancak halk her iki tarafında yanlışlarını görüyor. Devlet şeffaf bir şekilde haktan yana olduğunu ortaya koymalı. “Ben güçlüyüm yaparım” söyleminden çok, “halk için varız” söylemini güçlendirmeli. Kardeşlik refleksi güçlendirilmediği sürece asla bu sorun çözülemez. “Ben ağabeyinim sana ne verirsem onu kabul edeceksin, küçüğümsün buna razı olacaksın” mantığı doğru bir mantık değil.
Devletin elinde bir koz var. PKK çukur siyaseti güttü, elindeki imkânları iyi kullanamadı. Barış sürecini sabote etti. Aslında Kobani’den önce, Kobani’den sonra diye düşünmek lazım. Kobani bir eşiktir. Hiçbir zaman Mardin merkezde eylem olduğunu duymamıştık. Ancak Kobani eylemlerinde oldu. İnsanların arabaları yakıldı. Molotof kokteylleri atıldı. Yollar kesildi.
Kürt sorununu, çözüm sürecini Suriye denkleminden bağımsız bîhaber okumaya çalışırsak gülünç kalır. Yabancı devletler gelip sana; “sen PKK değilsin, senin adın PYD olsun, ben sana burada bir devlet vereceğim, bu barış sürecini boz” diyor. Empati yapalım, kendimizi PYD’nin yerine koyalım; bize böyle bir fırsat verilseydi, biz ne diyecektik. Sana altın tepside bir fırsat sunuluyor. Orada bir devlet kuruluyor. O yüzden Suriye denklemini hesaba katmadan Kürt sorununu konuşmak yetersiz kalır.
Şu anda Nusaybin’den, Cizre’den birçok insan geliyor. Ne devletin yanında ne de PKK’nın yanında. Halk burada nötr. Kendimizi onların yerine koyalım. Biz bu durumda kimin yanında tavır alırdık. Şimdi artık bu insanların gönlünü almak lazım. Hangi şekilde alınır? Onu konuşmak, tartışmak lazım, devletin toplum mühendislerinin, iletişimcilerinin bu noktada kafa yorması lazım.
Biz ne yapıyoruz? Gönüllerini almak için hangi projeleri üretiyoruz. Ben 13-14 yıldır burada yaşayan biri olarak buradaki STK’lara da bir eleştiri getirmek istiyorum. Devlet buradaki STK’lara, “tamam ben PKK’yı muhatap almaktan vazgeçtim. Sizi muhatap alacağım” dese, buradakiler ne yapacak? Teşkilat yok, örgütlenme yok, hiçbir şey yok.
İslami STK’ların figürü yok. Figür sıfır. Figürden kastım şudur; PKK’nın sazı var, gerillası var, düğünlerde bir sürü halayı var. Karadeniz’e bakın horonu var. 2000’lerden önce bizim ezgilerimiz vardı. Şu anda yok. Hiçbir şey yok. Halayımız yok. Bizim enstrüman çalan kişimiz yok.
Şu anda gençlik PKK’nın kucağına atılmış durumda. PKK’nın en çok insan kazanımı 2012 – 2015’tir yani çözüm süreci. Çünkü bu insanlar ergen. Doğru ile yanlışı ayırt edebilecek güçte değil.
Biz STK’lar olarak hep fizyolojik güdüleri gidermeye çalışıyoruz. Battaniye, un vs. bunlar da önemli eksikler ama elin adamı Almanya’dan geliyor, okul açıyor. Almanya’dan ve Fransa’dan gelen bir dernek, 15-20 tane çamaşır makinası almış, koca bir evi kiralamış ve Suriyelilerin hizmetine sunmuş. İsteyen oraya gelip çamaşırını yıkıyor. Çok mobilize ve güzel bir uygulama. Biz 55 STK bunu yapamadık. Bu da STK’ların açığı olabilir. Devlet STK’lara “alın bu Suriyelileri eğitin” dese, Arapça bilen elemanımız yok. O yüzden bunların giderilmesi lazım. O fizyolojik güdülerin yanında Cizre’den, Nusaybin’den gelenlerin eğitim ihtiyaçları had safhada. Devletin belki 5-10 kuruş fazla verip bunu düzeltmesi lazım.
Devlet ortada bir STK göremeyince nasıl görev verecek? Derneklerimizin toplumda bir karşılığı yok. Bundan sonra devlet, buradaki STK’ları beslemesi, onlara bir yol ve harita çizmesi, birlikte hareket etmesi ve üstten bakmacı bir tavır alınmaması lazım. El birliğiyle bu sorunun nasıl çözülmesi gerektiği konusunda birlikte hareket edilmeli.