Televizyon dünyasında reytingleri altüst eden dönem dizisi Diriliş Ertuğrul’un yapımcısı Mehmet Bozdağ ile ofisinde bir araya geldik. Kendisi, projesi ve sektör üzerine keyifle okuyacağınız bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sıcak bir karşılama ile giriyorum içeri. Çok ferah ve geniş bir odada sizi ilk etkileyen şey mütevazı tavır oluyor. “Kibir” ve “ben” havasından eser olmayan bir yapımcı ile karşı karşıyayım. Kütüphanesini ve kitap koleksiyonunu biraz inceliyoruz. İbrahim Mütefferika matbasında basılan Osmanlıca eserlere göz atıyoruz.
Röportaj öncesi gerçekleştirdiğimiz sohbet beni biraz tedirgin etmiyor değil açıkçası. Yapımcı sıfatı şöyle dursun, karşınızda henüz 32 yaşında olmasına rağmen entelektüel olarak çok dolu ve birikimli biri var. Sorularınızın böyle bir kişiliğe yetememe ihtimali yüksek!
Tarihe ve sosyolojiye son derece hakim. Yaptığı işin başarısının bilincinde ve ulaşmak istediği hedefleri net olarak belirlemiş genç, takdir edilesi ve örnek alınası biri; Mehmet Bozdağ…
Keyifle okuyacağınız ve yararlanacağınız bir röportaj olmasını dileyerek, Mehmet Bozdağ’a sorduğum sorular ve aldığım cevaplar ile sizi baş başa bırakıyorum.
Her hafta Türkiye’nin en çok konuşulan yapımına imza atan Mehmet Bozdağ kimdir?
Kayseriliyim. Çocukluktan itibaren hayat tecrübesi kazanmam noktasında özellikle babamın bana çok büyük desteği oldu. Kayseri’de her çocuğun bir ‘ticarete başlama yaşı’ vardır. Bende beş yaşında ilk ticari teşebbüsüme babamın sayesinde başlamış oldum. Babam toptancıydı. Bana da bir tezgâh yaptı. Tezgâha malları getirdi. Çikolatalar, şekerlemeler… Tezgahı kısa sürede bitirdim. Kazandığım parayla yine bakkaldan çikolatalar aldım. Afiyetle yedim.(Gülüyoruz)Ticarete erken yaşta atılmak pratik bir zeka kazandırıyor. Bakış açınızı genişletiyor. İlk okulu birinci sınıftan itibaren Dedemin, amcamın ve annemin sayesinde iyi bir kitap okuyucusu oldum. Özellikle annemin üzerimde tesiri büyüktür. En zor günlerimden itibaren beni motive eden ve bir hedefe yönlendiren anneciğim olmuştur. Annemin kulağıma fısıldadığı cümleler hayat ilkem olmuş ve gayemi belirlemiştir.
Sıkı başlangıç! Sonraki yıllar?
Kayseri’de Turizm Meslek Lisesi’nde okudum. O yıllarda meslek liselerinin puanı kırılıyordu. Turizm bana göre değildi. O dönemde meslek liseleri kendi alanları dışında başka bir bölüm seçemiyordu. Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi’nde istemediğim bir bölüme gitmiştim. 3. sınıfta orayı bıraktım. Tarihe karşı aşırı merakım vardı ve tarihçi olmak istiyordum. Tekrar sınava girdim. Kıbrıs’ta Lefke Avrupa Üniversitesi’ne gittim. 1 yıllık tarih eğitimden sonra Sakarya Üniversitesi’ne yatay geçiş yaptım. Sakarya Üniversitesi’nde tarih bölümünü bitirdim ardından Sosyoloji dalında yüksek lisans yaptım.
Çok dalgalı bir üniversite hayatınız olmuş galiba?
Üniversite hayatımda 3 üniversite değiştirdim ve iki bölüm okudum. Bu da bana, farklı fikirleri, farklı kültürleri, farklı dünyaları genç yaşta tanıma imkânı sağladı.
Meslek lisesi mağduru olduğunuzu söylediniz. Hiç umutsuzluğa düşütünüz mü o süreçte?
O dönemler İmam Hatiplerden ve meslek liselerinden puan kırıyorlardı. O zulme bende uğradım. Tabi bu süreçte büyük hayal kırıklıkları yaşıyor insan. Bir engel var önünüzde. Bir yanda hedefler, hayaller diğer yanda sistemin dayattıkları. Bir yol ayrımındaydım ve ikisinden birini seçmem gerekiyordu. Ya sistemin dayattıklarını kabul edecektim ya da kendi hedeflerimin peşinden gidecektim.
Ben risk aldım ve kendi istediğim hayata yönelmeyi seçtim. Üçüncü sınıfta okulu bıraktım. Eğitim hayatına sıfırdan başlayamaya karar verdim.
Bugün yapımını üstlendiğiniz dizinin başarısına bakarsak, Tarih ve Sosyolojinin size kattığı çok şey olmuş. Bu iki bilim sizin için neyi ifade ediyor?
Ben şuna inanıyorum; disiplinler arası bir bağlantı olması lazım. Tarihi meselelere sosyolojik olarak bakılması gerektiği gibi, sosyolojik meseleleri de tarih ekseninde iyi analiz etmek gerekir.
Bu iki disiplin arasında eğitim almak hem tarihi anlamda, hem de sosyolojik anlamda birçok meselede size üç boyutlu bir bakış açısı kazandırıyor.
Bunu ekrana ve sinemaya uyguladığınızda da müthiş bir hikâyesel zemin çıkıyor. Hangi hikâyeden hangi projeyi çıkaracağınızı zaten tarihsel metinleri okurken görebiliyorsunuz. Bu iki disiplin size böyle bir bakış açısı veriyor.
“Nasıl bir proje ortaya çıkacak” ve “çıkacak olan proje bugünün insanına ne verecek” sorularını bu iki bilim sayesinde cevaplayabildim.
Söylediklerinizin aksine, Türkiye’de tarih ve sosyoloji okuyan gençlerin bir çoğunda yüksek derecede gelecek kaygısı var. Bu bölümlerden mezun olup, işsiz olan çok var?
Tarih, Edebiyat, Sosyoloji okuyan genç arkadaşlar gazetecilik, iletişim, radyo ve sinema sektörlerinde çok rahat iş bulabilirler. Ancak öğrencilere daha en başında, ‘tarih okuyunca şunu olacaksın’, ‘sosyoloji okuyunca bunu olacaksın’ denilince, öğrencilerin de bakış açısı gelişmiyor.
Sosyoloji, tarih ya da edebiyat okuyan insanların birçoğu medya ve sosyal medya yöneticisi olabilir.
Sizin TV – Sinema dünyası ile tanışmanız nasıl oldu?
Kıbrıs’ta üniversitede öğrenciyken Muhyiddin-i İbn-i Arabi’yi gördüm rüyamda. O rüyadan sonra bizim sektöre atılmaya karar verdim. Hikayemin başlangıcı bir rüyadır.
Çok etkileyici! Rüyanın içeriği dinlesek?
Anlatmasam daha iyi olur gibi. O bende kalsın. – gülüyor – 🙂
Rüyadan sonra süreç nasıl gelişti?
Ben üniversite yıllarımda bazı şirketlerde metin yazarlığına başlamıştım.
Şu anda ortağım ve hemşerim olan Kemal Tekden ile sürekli fikir alışverişinde bulunuyorduk. Kemal Tekden hocam ufku çok geniş bir insandır. 2010 Avrupa Kültür Başkenti Sinema Direktörü olan Yusuf Kaplan’a çok sevdiğim bir abim aracılığıyla belgesel projesi götürdük. Yusuf Kaplan da kabul etti. Yusuf Kaplan hoca bu anlamda büyük bir destek vermişti. Bu şekilde serüvenimiz başlamış oldu. O belgeselde Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarını mercek altına almıştık.
Aslında farkında olmadan Diriliş Ertuğrul’un fikirsel temellerini çalışmıştık. Bu ilk işle yapımcılık tecrübemizde gelişmiş oldu.
Diriliş’in hikayesi nasıl başladı?
TRT Genel Müdür Yardımcısı İbrahim Eren Bey’le daha evvel biz bu meseleleri hep konuşurduk.. Aynı dertlerden derttaştık. Kendisi bir gün bana ‘böyle bir proje var çalışabilir misin’ dedi.
İstek İbrahim Bey’den mi geldi?
Evet, İbrahim Eren Bey’den geldi.. Hayallerinizi anlatabileceğiniz ve o hayallere talip olabilecek birisinin olması bizim için büyük şanstı.
İbrahim Eren Bey’in Trt’ye atanmasıyla birlikte sektörde de bir hareketlilik başladı. İbrahim Eren bey bir çok projeyi harekete geçirerek sektörün değişmesine ve ufkunun açılmasına imkân verdi. Bu çok önemli bir şey. O yüzden O’na çok müteşekkir olmamız gerekiyor. Genç nesil içinde öncü kuşak yetişmesine çok ciddi katkısı oluyor.
Gelen teklif üzerine ben iki ay çalıştım. Ancak bu süreçte Tarih ve Sosyoloji alanında edindiğim birikim ciddi bir zemin oldu benim için. 13. Yüzyıla nasıl bakmam gerektiğini biliyordum.
Bir adamın hikâyesini anlatırken bir döneminde hikayesini, toplumsal, siyasal, sosyal meselelerin de hikayesini anlatmanız gerekiyor. O adamın hikâyesiyle birlikte Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu bir kavrama dayandırmamız lazım.
Çünkü yapılan her şey anlamlandırıldığında bir mânâ ifade ediyor. Sinemada da yaptığını anlamlandırırsan bir mânâ ifade eder. Onu anlamlandırmak da Diriliş’ti bizim için.
Diriliş isminin alternatifleri var mıydı?
1092’de Haşhaşiler Melik Şah’ı öldürüyor. 1096’da haçlı seferleri başlıyor. 1243’te Kösedağ… Bir anda iki emperyal kuvvet Anadolu’nun ve milletimizin üzerine çöküyor. Büyük bir buhran ve kriz var. Bu krizde birileri çıkacak ve yepyeni bir solukla dağılan sistemi yeniden inşa edecek ve nizam koyacak. Bununla birlikte dünyaya da bir şey söyleyecek. Bu noktada Diriliş ismi çok önem arz ediyor. Alternatifsiz Diriliş’ti aklımızdaki.
Kabulden sonra, hazırlık süreci nasıl işledi?
Kimse inanmadı projeye. Çok büyük engellerle karşılaştık. Aslında bir bakıma insanlarda haklıydı. Daha önce birçok kişi büyük projelere imza attı ancak hiçbirisi tutmadı. Diğer taraftan ‘adam genç, sektörel tecrübesi az, hem yapımcılık hem senaristlik nasıl yapacak’ denildi. ‘Bu projeyi yapacaksın, senaryo çok güzel ancak bu dekoru bu kostümleri nasıl yapacaksın’ denildi. En büyük sıkıntı zihinlere örülen duvarları yıkmak.
Nasıl yıktınız?
Yurt dışından bir illüstrasyonist getirdim. Kendisine yazılan hikâyenin resimlerini yaptırdım. Böyle olunca, insanlar görmeye başlayınca ikna olmaya başladılar. Her arkadaşla ortak noktada buluşmuş olduk. Sanat yönetmeni, kostüm tasarımcısı metne bakıp farklı hayal kurmadı. Ben kurduğum hayali ressama anlattım, ressam çizdi ve herkes ‘bu böyle olacak’ dedi. Öyle olunca işimiz daha da kolaylaştı.
Şunu da vurgulamalıyım ki, ben hikâyeyi yazdıktan sonra Metin Günay ile beraber yola çıkmak benim en büyük şanslarımdan birisi idi. Mimar ve düşünsel alt yapısı çok güçlü olan bir yönetmendir kendisi. Meselelere aynı perspektiften bakıyor olmamızda çok büyük avantaj oldu.
Oyuncularla anlaşma süreci nasıl oldu?
Tekliflerimizi ilettik. Bir müddet sonra iletişime geçip konuşmaya başlayınca herkes inanmaya başladı. Onları davet ettik. Sözleşmeleri imzaladık. Ardından bir çiftlik tuttuk. Oyuncularımızı oraya götürdük ve bir alp gibi eğitim almalarını sağladık. Geceli gündüzlü çalıştık.
Oyuncuları bir eğitim sürecinden geçirdiniz yani?
Tabi. Danışmanımız Hilmi Bey ile beraber döneme dair bütün davranış kalıplarını ortaya çıkardık. Oyuncu arkadaşlarımızda aşk ile işe sarıldılar. Çünkü yapımcı irade olarak bizim işi aşkla sahiplenişimizi görünce, onlar da daha fazla projeye sarıldı. Ve bambaşka bir karakter, tipoloji çıkardılar.
Bu kadar kaliteli bir işe imza atan yapım ekibi ve set ekibini nasıl bir araya getirdiniz?
Zor oldu. Ama getirtene bakmak gerekiyor. Lutf-û ilahi! Sanat, kostüm, yapım ekibi gece gündüz çalıştı.. Bir yapımcı olarak benim en büyük şansım Metin Günay gibi bir yönetmenle yola çıkmak oldu. Metin ağabeyle sırt sırta verip dünyayı kurduk. Sette bütün ekip topyekun bir bütün oldu. Böyle olunca da çok güzel bir eser çıktı ortaya.
Devasa bir set izliyoruz. O setin kuruluş aşaması nasıl bir süreçti?
Sinema atmosfer kurma ve anlamlandırma sanatıdır. Bu projeyi hazırlarken Metin Günay ile birlikte ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı çalıştık.
Sanat ekibindeki arkadaşlarımızla birlikte tek tek resimleri çizdik evvela. Hangi oyuncu nasıl bir silah kullanacak, hangi ürünler nerede kullanılacak, çadırlar nasıl olacak gibi bir çok sorunun cevabını masa başında belirlemiştik. Kostümden tutunda set arkasının nasıl olacağına kadar masa başında ekip arkadaşlarımızla belirlemiştik.
Kaç gün sürdü bu anlattıklarınız?
9 ay sürdü. Bir tarafta oyuncu seçimi, bir tarafta sanat ekibi, bir tarafta kostüm ekibi, bir tarafta bütçe, bir tarafta senaryo aynı anda çalışıyordu.
Tüm bu hazırlık süreci devam ederken sıkıntılarla karşılaşmışsınızdır mutlaka?
Karşılaşmaz mıyız! Tabiri caizse canım çıktı hem de! Dizi tutacak mı tutmayacak mı bunun stresi var. 6 bölüm sözleşme imzalamışız, o kadar para harcıyorsunuz.
Başaramazsanız, bir anda her şey kül olabilir.
Bunun tedirginliğini yaşarken, obaya hortum vurdu. Tam çekimlere başlayacağız her şey hazır diyorduk ki 10 saniyelik bir hortumla set yerle bir oldu.
Ama iyi ki hortum vurmuş diyorum. Çünkü nerede hata yaptığımızı gördük.
Eğer ilerleyen bölümlerde hatalarımızı fark etseydik, geri dönülmesi zor olurdu.
Diziyi izlerken tarihi olduğu gibi yansıtıyorlar mı? Sorusunu soran çok insan var. Siz projeye başlarken ‘tarihi olduğu gibi yansıtalım’ kaygısıyla hareket ettiniz mi?
Bir kere bir sanatçı tarihi yeniden inşa eder. Yazarın görüşüne göre tarih değişir. Bir kere, bizim çektiğimiz dönemle alakalı 4 -5 sayfayı geçmeyecek şekilde çok az bilgi var. İsimler bile her kaynakta farklı.
Zaten Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla ilgili yazılan ilk eserler, Osmanlı kurulduktan yaklaşık 100-150 yıl sonra yazılmış. Tarihsel verilerin bir kesinliği yok.
Ancak tarihin bir ruhu var. Biz tarihin 13. asrının ruhunu anlattığımızı düşünüyoruz. Hayal kurarak bir hikaye şekillendiriyoruz.
Bu hikâyeyi kurarken benim temel sorularım vardı.
Birincisi; Haçlılar ve Moğollar değil de neden Türkler bu coğrafyanın en büyük devletini kurdu.
İkincisi; Anadolu’da birçok boy varken neden Kayılar bu devleti kurdu?
Üçüncüsü; Kayılar içinde 4 kardeş varken neden Ertuğrul kurucular arasında yer aldı?
Dördüncüsü; Ertuğrul’un 3 çocuğu olacak. Bunlar arasında neden Osman?
Bu dört soruya verilecek cevaplar, ortaya zaten bir hikâye çıkarıyor. Eğer soru sormazsan tarihe sadece bakarsın. ‘Osmanlı Devleti kurulmuş’ dersin sadece. ‘Ertuğrul neden kurdu?’ diye sorarsan; Ertuğrul’un, Sungurtekin, Gündoğdu ve Dündar’dan farkı olduğunu o meziyetin Ertuğrul’da var olduğunu görürsün. Her biri zamana, döneme farklı bakmışlar. Gündoğdu çok realist bakmış, bir diğeri vicdanlı ve merhametli, birinin ufku geniş, birinin ufku dar. İşte bu sorular ve cevaplardan hikâye şekillenmeye başlıyor.
Çok sağlam bir oyuncu kadrosu ile çalışıyorsunuz. Her biri rolünü yaşayarak oynuyor. Oyuncuya bu ruhu nasıl veriyorsunuz?
Dizi henüz başlamadan, oyuncular sete girmeden önce bir tarih dersi aldılar. Evvela ben hikâyeyi, dönemi, süreci anlattım. Ardından danışmanlarımız anlattı. 10 derslik paket programda arkadaşlarımız her oyuncumuzu döneme adapte etti. Sonra okunması gereken kitaplar ve makaleler verildi. Üzerine de çiftlikte at eğitimleri başladı.
Bir oyuncu her daim kendini göstermek ister, güçlü ve hikayesi olan karakter ister. Oyuncuya bunu verirsen, ırmak yatağını bulursa gürül gürül akar.
Engin Altan Düzyatan ve Ertuğrul rolü nasıl oldu?
Engin ilk başta kabul etmedi. Senaryoyu ilk okuduktan sonra olmayacağına inanmış. Daha sonra bir araya geldik. Senaryo üzerinde konuştuk. Bakış açışımızı anladı ve kabul etti.
En doğru seçimlerden birisi olmuş. Biz seyirci olarak çok sevdik.
O zaman çok eleştirdiler. Ama daha ilk buluşmamız da ben Engin’in olacağına daha da inanmaya başladım. Kültürel birikimi var. Anlattığım bütün hikaye zihninde karşılık buluyor. Zaten birçok temel eseri okumuş. Dünyaya dair bir bakış açısı var. Ertuğrul’u karakteri ile kısa sürede buluştu.
Birçok oyuncu diziye veda etti ve izleyici üzüldü. Kurdoğlu rolündeki Hakan Vanlı bile veda ederken çok duygusal anlar yaşanmıştı setinizde. İzleyici neredeyse Kurdoğlu’nun ayrılışına üzülecek hale geldi. Bu atmosferi nasıl sağladınız?
Projeye herkes aşkla sarılmış durumda. Başarı da arkasından gelince insanların azmi artıyor. Ayrıca müthiş bir iş ahlakı ve askeri bir disiplin kadar önemli set disiplinimiz var. Bu sebeple bütün oyuncu arkadaşlarımız elinden gelen her şeyi yapıyor. Her gönderdiğimiz oyuncu arkadaşımız için bir veda düzenliyoruz artık. Her giden hüzünlü ayrılıyor.
Diziye yeni katılacak bir isim var mı?
Alâeddin Keykubat gelecek.
Tanınmış bir sima mı?
Henüz karar vermedim. Oyuncuyu seçerken karakterle buluşmasına bakıyorum. Oyuncuya göre rol yazmıyorum. Esas olan projedir. Kim projeye hizmet ederse rolün altından kalkar ise o oyuncuyla çalışmak istiyorum. Maalesef bir çok proje oyuncuya göre yazıldığı için bitmek zorunda kaldı. İnsanların zekasını, aklını, emeğini bir oyuncu star diye hiçe sayamazsınız. Bu bakış açısı değişmediği sürece daha bir çok proje kısa ömürlü olacaktır.
Önemli ayrılıklar olacak mı?
Yakın zamanda ölümler olacak. Ertuğrul’u yine zorlu bir süreç bekliyor. Ama ümit ediyorum hepsinden muzaffer bir şekilde çıkacak.
Tasavvufi öğelerin dizide sıkça işlendiğini görüyoruz. Özel bir sebebi var mı?
Dönemin ruhunda tasavvuf halkın ve kitlenin beslendiği önemli bir kaynak, bir ırmak, bir su. O anlamda bizde elimizden geldiğince işlemeye çalışıyoruz.
Bazı haberlerde Diriliş’in biteceği yönünde iddialar var.
Bu tür iddialar doğru değil. Diriliş 3 sezon olarak tasarlanmıştı. Niyetim Osman ve Orhan’a kadar devam etmek. Bir kuruluş hikâyesini anlatmak istiyorum. Osmanlı Devleti’ni kuran kadro nasıl bir ruh dünyasına sahip, nasıl bir zihin dünyasına sahip, nasıl bir jeopolitik algısı var gibi temel sorulara verdiğim cevaplar var. Bunları anlatmak istiyorum.
Alparslan ve Malazgirt’in dizisini çekecekmişsiniz?
Alparslan dizi değil film olacak. İki yıldır Alparslan filmi üzerine çalışıyorum. Hayallerimi bu film süslüyor.
Haziran’da Diriliş’in filmi çekiliyor diye okuduk basında?
Bu yıl değil gelecek yıl yapmayı planlıyoruz.
Nasıl bir film olacak? Dizide anlatılanların toplam bir çıktısı mı olacak?
Dizilerde süreler maalesef 120 dakika olduğu için istediğimizi istediğimiz zaman diliminde, 1 haftada anlatamıyoruz. Çok büyük bir savaş sahnesi çekmek istiyoruz. Savaş sahnesinin bol olduğu büyük mücadelelerin olduğu bir film çekeceğiz.
Malazgirt – Alparslan filmi için aklınızda bir vizyon tarihi var mı?
Yok. Şu anda sadece senaryosu bitti.
Peki aklınızda bir Alparslan var mı?
Var tabi ki.
Tanıdık bir sima mı?
Sürpriz.
Daha önce yapımcılığını, senaristliğini üstlendiğiniz belgesellerde perdeye yansıttığınız, Fatih, Yavuz gibi isimlerle ilgili planlarınız var mı?
Bir çok tarihi proje zihnimi meşgul ediyor. İçimdeki deli taylar rahat durmuyor. Bakalım kısmetimiz de hangi projeyi yapmak var.
Sektöre dair en büyük hayaliniz? En çok yapmak istediğiniz projeler nelerdir?
İnşallah Malazgirt projesini yapacaz. Oğuz Kağan Destanı ile ilgili bir şeyler yapmak istiyorum. İmam Maturidî ve İmam Hanefî hazretlerinin filmini yapmak istiyorum. Ve bununla ilgili çalışıyorum şuan. Bir de Hazret-i Peygamber ve Sahabe dönemiyle ilgili bir iş yapmayı çok istiyorum.
Dönem ile ilgili kitap yazdığınızı söylüyorsunuz. Muhteviyatı nedir?
13. yüzyıl ve kuruluş dönemiyle alakalı Tuğrul ve Çağrı Bey’den başlayan bir hikâye yazıyorum şu anda. Herhalde gelecek yıla çıkar diye tahmin ediyorum.
En iyi yazı yazdığınız ortam neresi?
Çay ocakları.
Yapımcılık mı daha zor senaristlik mi?
Yazmak bana daha kolay geliyor. Yapımcılık zor. Yapımcılıkta işi idare etmek zorundasın. Yazıda hayal gücü ve kendinle baş başasın. Asıl istediğim, hayal ettiğim şeyi yazmak.
Çok okuyan bir kişi olarak medyada kişisel bir entelektüel marka olma yolunda ilerlemeyi ve köşe yazarlığı yapmayı düşünüyor musunuz?
Bir derdim var ve onu aktarmak istiyorum sadece. Kitaplar insanı dertli hâle getirir. Okudukça, yazdıkça dertlenirsin. Kitap ve makale yazmaya devam edeceğim. Onları yazamazsam hayat damarlarım kopar. Köşe yazarlığı düşünmüyorum.
Sektörel anlamda bütün deneyimlerinizi aktaracağınız bir eser kaleme almayı da düşünmez misiniz?
Şu anda günlük halinde karşılaştığım problemleri ve çözümleri yazıyorum. Başka insanlara tecrübelerimi aktarabilmek istiyorum. Ülke olarak bilgi ve tecrübeleri aktarma konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Sektörümdeki herkes için karşılaşacağı zorluklara ve çözümlerine dair rehber olabilecek bir günlük yazıyorum.
Son dönemlerde çekilen dönem dizilerinin çok da tutmadığını görüyoruz. Buna karşılık Diriliş çok büyük bir başarıyla devam ediyor. Siz neyi yakaladığınıza inanıyorsunuz?
Dönemin ruhunu ve senaryo dramatiğini çok gerçekçi, çok iyi kurduk. Teknik sistemi o ruh ile örtüştüren çok güzel bir sistem geliştirdik. Bu sayede, izleyici diziyi inanılmaz sevmeye başladı.
İnsanların buna susamışlığı vardı herhalde.
Evet bir memleket düşünün kendi tarihini sanata, sinemaya aktarmamak için çalışıyor. Kendi tarihini anlatmaktan korkuyor, utanıyor. Gayri o dönemler geçti. Zafer dolu günlerimizi de tarihte yaptığımız hataları da anlatmalıyız. Çünkü tarih sayesinde günümüzü ve geleceğimizi şekillendiririz. Başarılarımızdan ve yenilgilerimizden ders çıkarmalıyız.
Diriliş toplam kaç ülkede yayınlanıyor?
Sayısını tam olarak bilmiyorum ama çok ülke var. Pakistan, Afganistan, Arnavutluk, Romanya, Balkan Ülkeleri, Afrika çok iyi durumda bu anlamda.
Farklı bir mutluluk olsa gerek?
İnanılmaz. Yazdıklarınız dünyanın çeşitli ülkelerinde milyonlar tarafından seyrediliyor ve makes buluyor. Her yayınlandığı hafta reytinglerde zirvedesiniz. Çok keyifli.
Sizce sektörde bir tıkanmışlık var mı?
Evet, sektörde bir tıkanmışlık var. Bir sistemimiz yok, metodolojimiz yok. Bu işin bir kıstasının, sistematiğinin olması lazım.
En büyük problemlerinden bir tanesi de süreler çok uzun. Dünyanın hiçbir yerinde 120 dakika dizi yapılmaz. Bu ister istemez kaliteyi, hikâye gücünü, her şeyi düşürüyor.
Bir problem daha var. O da iş bulma sıkıntısı. Bir projede çalışıyorsun, 4 bölüm yayınlanıp yayından kaldırılıyor. Daha sonra o projede çalışanlar işsiz kalıyor ve bir yıl boyunca iş bulamayan oluyor. Ekonomik anlamda bu sektörde çalışmak çok meşakkatli.
Siz dizinin sürelerinin ne kadar olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Türkiye ortalamasında 90 dakika ideal. 45 dakikaya da inmemeli çünkü seyirci alışık değil. Ancak 90 dakikayı da aşmamalı. 150 dakika dizi çekildiği oluyor bu çok fazla.
Bu sistemin değişmesi kimin inisiyatifinde?
Bu sektörde çalışan herkesin insiyatifinde olan bir durum söz konusu. Süreler düşerse oyunculardan bütün ekibe kadar herkesin bütçesi düşürülmek zorunda. Bazı oyuncuların fiyatları da çok yüksek.. Bunun da bir sisteme girmesi gerekir. Bakıyorsunuz başrol oyuncuları inanılmaz rakamlar alıyor. Proje de çalışan herkes başrol oyuncusuna hizmet ediyor. Bu adalet değil.
Yapımcısından oyuncusuna kadar sektörde kaliteli bir genç neslin yetiştiğini düşünüyor musunuz?
Kesinlikle çok yetenekli ve kaliteli gençler var ülkemizde. Ancak bu sistematize edilmeyince başarı çıkmıyor. Türkiye şu anda sayılı yeteneklere sahip bir ülke. Ama yeteneği sisteme dâhil edersen başarı olur. Çok zeki bir çocuk dersini sistematik bir şekilde çalışmazsa başarısız olur.
Bir şairle ilgili dizi-film projesi yapmayı düşündünüz mü?
Eğer bir şiirin filmini yapsaydım Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları şiiri olurdu. Tam film yapılacak bir hikâye.
Aile hayatınız hakkında konuşalım mı biraz? Eşinizle nasıl tanıştınız?
Kütüphanelerden hiç çıkmayan biri olduğum için eşimi de kütüphane de gördüm. Yoğun bir mücadele sonunda evlenmeye ikna edebildim. Biraz zor oldu. Ama başardım. (gülüyoruz) 2014 yılında evlenmek nasip oldu. Bir Rizeli ile Kayserili’nin evliliği bambaşka bir kapı da açıyor.(Gülüyor.) Hayattaki en büyük şansım eşimdir. Hayat enerjimdir. İlham kaynağımdır. Gece gündüz hayal peşinde koşan biri olarak beni hayattan koparmıyor. Günlük hayatımız bol kitaplı, bol muhabbetli ve bol çalışmalı geçiyor. Oğlumuz Alparslan’ın doğumuyla da birlikte bol eğlenceli hale geldi.