Sunucu almış eline mikrofonu, bir Tv kanalı adına ünlü ilahiyatçımıza soru soruyor:
– AK Parti iktidarının Müslümanların rahat bir ortamda yaşamasına yönelik Türkiye’deki gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye tarihi boyunca iyi bir konumda mı İslami açıdan? Yaşantının olması açısından?
Hocamız cevaba giriş yapıyor:
– E tabi bunu ne kadar yayınlarsınız bilmiyorum. Ama ben yine söyleyeyim, belki sansür uygulayacaksınız ama. AK Parti döneminde Müslümanlar çok daha fazla rahata kavuştular, seküler oldular, dünyevi oldular. İslami şuuru kaybettiler…
*
Soru vasat ve sorulmak istenen asıl konunun “bağdaşım” noktası alakasız olunca, ortaya aynen yukarıdaki gibi devriklikten ibaret, saçma bir soru cümlesi çıkıyor. Ne öznesi belli ne yüklemi, ne virgülü ne noktası.
Haliyle nesnesi ve öznesi zoraki bağdaştırılan bu tarz bir sorunun karşısında bilinç dışı bir tedirginlikle başlıyor cevap…
– Belki sansür uygulayacaksınız ama…
“Sansür”, cevabın olmasa bile; böyle bir sorunun “hakkıdır”.
Sıkılmadık mı artık mücadelemizle var ettiğimiz siyasal iktidarı Müslümanların yaşayış tarzları ve inanış biçimlerindeki değişimden sorumlu tutmaktan?
Bir suçlu bulmak umuduyla, İslami yaşayış ve inanış şekillerinin bireysellikte uğradığı dejenerasyonu, kitlesel bir siyasi oluşumun üzerinden değerlendirmeye tabi tutmak büyük hezeyan.
İktidar partisinin ayırım yapmaksızın, inanç sahiplerinin yaşam alanlarına ve varlıklarına kattığı ferahlık, Müslümanların inanç sistemlerinde bozulma olarak kendini göstermişse; bu siyasi değil bireysel bir meseledir. Geçmiş yıllardan kalan “baskıcı ve yasakçı devlete yuh” mantığı ile “ferahlık devletini” dövmek hakkaniyetsiz olmaz mı?
Sahip olmak ile olmak arasındaki ince farkı kavrayamayarak, toplumun milli, manevi ve diğer kavramlar çerçevesinde uğradığı bozgunun suçlusu olarak mevcut siyasal iktidarın siyasetini göstermenin hiçbir gerçekçiliği yok. Bu sahte gösterişin sonunda herhangi bir çözüme ulaşılamaması gayet doğal. Hedef yanlış, değerlendirme yanlış…
Özellikle söz konusu olan, İslami kavramlar ve unsurlarda meydana getirilen şekil bozukluklarıysa, Müslümanlar bunun sebebini bireyselliklerinde aramalı.
İmam Hatipler özgür, başörtüsü özgür, dini ve ilmi her türlü faaliyet özgür, STK’larımız özgür, düşünce özgür, söylem özgür… Bu kadar özgürlük içerisinde kendi sınır ve çerçevelerimizi koruyamamışsak, ne yapması gerekiyor iktidarın? Her Müslüman için yaşayış biçimlerine ilişkin, siyasal dayatmalar içeren hükümler mi yayınlamalı? Yol gösterici olarak Kuran’ı Kerim yokmuş ve yetmezmiş gibi…
*
Annemin başörtülü diye okulumun bahçesinden kovulduğu günü bilirim ben. İmam hatip sıralarında öğretmensiz geçirdiğim eğitim hayatımı bilirim. Üniversitenin bize lüks kaçtığı zamanları bilirim. Başörtülü kızların saçlarından tutularak polis araçlarına sürüklendiği günleri bilirim. Ve sizler de bilirsiniz; önceki nesillerin bildiklerinden öğrendiklerimizi yazmaya kalksam köşe yazısı bitmez…
*
Günümüzde imam hatip sıraları şımarıklığa yol açıyorsa, aileler çocuklarıyla daha az ilgileniyorsa, başörtülü kızlarımız tesettürüne aykırı davranıyorsa, üniversite sıraları manevi bir hesaplaşmaya yol açıyorsa, analar-babalar daha sık kavgaya tutuşuyorsa, aile mahkemelerinin her geçen gün yoğunluğu daha fazla artıyorsa, delikanlılar fazlaca hovardaysa, İslam’ı hak ettiği gibi yaşamıyorsak, bütün bu kırılmalar siyasal değil sosyolojiktir.
*
Toplumun çekirdeği olan ailenin İslami kaygılarının bozguna uğramasının suçlusu, siyasal etkenlerden çok aileyi oluşturan bireylerdir. Bireyin eleştirisindeki öncelikli muhatabı siyasal iktidar değil; siyasi, iktisadi, sosyal kazanımlarını kendi çarkında, kendine bir özgürlük sahası biçmeden dilediğince öğütmeye çalışan ve kırılan her dişlisinde sorumlu olarak yine siyaseti gösterecek olan birey olmalıdır.
*
Bencillikten ve negatif yaklaşımlardan uzak, hakiki nefsel yargılamalar, zihnimizdeki bir çok eleştirel yaklaşımın gereksizliğini ortaya çıkaracaktır. Din bireysel midir toplumsal mıdır tartışmasının dışında İnsanın kendine bakan yönüyle sahiplendiği İslami bir yaşayış tarzının toplumun sosyolojisine, devletin yönetim tarzına yansımaması mümkün değil.
*
Çok kıymet verdiğim bir büyüğüm var. Ne zaman dertlenecek olsam bir şeyden, “biz kendimize bakalım” der.
Doğru…
Nasıl ki 90’larda her türlü zulme rağmen biz kendimize bakıyorduk, şimdi bu kadar ferahlığa ve özgürlüğe rağmen(!) de bir dönüp kendimize bakalım…
Cüneyt Polat
twitter.com/aybers