Adamın biri hacca gider, vazifesini yapar, geri döner. Konu komşu ziyaretine gelir. Misafirlerine hacda gördüklerini anlatmaya başlar. Sözü bir ara Kâbe-i Muazzama’nın şekline getirir. “Kâbe dedikleri bizim köyün mereklerine benziyordu” der.
Orada bulunanlardan biri: “Tabii” der, “Kâbe’ye öküz gözüyle bakarsan merek gibi görünür.”
Topraklarımıza “tiyatro sahnesi” gözüyle bakanların yazdığı, birden fazla senaryonun karakterleriyiz yıllardır.
İçine giremediğimiz monist rolü üzerimize geçirmek için mücadele içerisindeler.
Batı medeniyetinin miti tek tipe bakar. Onda, “meselesi” değil “sorunu” olan kabul görür…
Yaratılışının doğallığında olan coğrafyalar, Batı’nın suni insanlığına örnek teşkil etmemesi için soruna bulanmalıdır.
Irkçılıkla, aşırı dincilikle, yoklukla sarmalanmış kavramlar dünyayı hizaya getirmek için biçilmiş kaftandır.
Kürt sorunu, Alevi sorunu, Ermeni sorunu, İrtica, Laiklik, Kemalizm… Hangisi bu toprakların insanlarının kavgasıydı?
Toprağın ve milletin ruhu, parçası olmadığı, dayatılmış kavgalardan sıyrılmak adına tarihi bir sürece girdi.
Şaşkınlar!
“Değişimi kan dökmeden gerçekleştiremezsiniz” diyerek verdikleri mesaja rağmen, Türkiye’nin kan döken taraf olmadan yürüttüğü süreçten, kansız değişim modelinin Dünya’da bir kelebek etkisi yaratmasından korkuyorlar.
Başarırsak, yeni dünya düzeninin devrim modelleri arasında bir “Türkiye Modeli” var olacak.
Medyalarında, Avrupa’nın yeni yetme gençlerinin, Dünya’yı Türkiye yönetiyor sanmasına sebep olacak kadar çok yer almamızın bir sebebi var.
Değişim ruhunun sirayet ettiği menzil, “Suriye’de bizim ne işimiz var“ diyenlerin hiçbir zaman eremeyecekleri bir “idrak” noktasıdır.
İzmir zaten bizimdir! Bizim için Kafkasya Dağları’nda da çiçekler açar!
Bu toprakların “Kızıl Elma”sını bilmeyene; Ankara’dan ötesi yabancıdır.
Alev Alatlı’nın “Dünya’nın iyiliği için Türkiye” çıkışını hamaset sanan “idraksizler” de yakın gelecekte görecek ve anlayacaklar ki, bu çıkış Dünya’nın içinde bulunduğu reel politiğin tam karşılığıdır.
Paulo Coelho’nun ünlü romanı Simyacı’nın kahramanı Santiago bir billûriye dükkanına girer;
“İsterseniz tozlu vazolarınızı temizleyebilirim, buna karşılık karnımı doyurmam için bir şeyler verirsiniz” der ve Billûriyeci daha bir şey demeden vazoları temizlemeye koyulur.
Yemeğe gittiklerinde Müslüman olan Billûriyeci:
“Aslında bir şey temizlemen gerekmezdi. Kuran’ın yasası aç insanları doyurmayı buyurur” der.
Bu yüzdendir ki; istedikleri forma giremiyoruz. Zorla sokmaya çalıştıkları kavgalarının bir parçası olamadığımız için debelenip duruyoruz.
Onlar gibi antimoral olamıyoruz, epiküryen olamıyoruz, nihilist olamıyoruz. Önce ötekileştirmek sonra öldürmek pahasına hedonizmin doruklarında gezemiyoruz.
Hamurumuzda ırksal, dilsel, dinsel, biçimsel bütün “üstünlükleri” reddeden bir İslam mayası var.
Türkiye’nin bugün yüklendiği misyon, girdiği değişim süreci, bütün insanlık adına yeniden bir hatırlatmadır.
Üzerinde güneş batmayan “imparatorluklar” onlarınsa,
üzerinde güneş batmayan “ilahi din” bizimdir!
Can kutsaldır, yaşam kutsaldır, insan kutsaldır, inanç kutsaldır, ruh kutsaldır, ilah kutsaldır, egosantrizm değil…
Devasa güç görünenleri gözümüzde büyütmenin “şirke” bakan bir yanı var.
Nemrud’u canından eden sineğe kudreti veren Allah’tı!
İbrahim’in ateşini akim bırakan Allah!
Kutsal olanı Dünya’ya hatırlatmanın eşiğindeyiz.
Ya “nisyandan” sıyrılıp “yenilenir” bir ülküyü hatırlarız, ya da kendimizin olmayan, ömür sermayesini harcadığımız başkalarının kavgalarını, çocuklarımıza, torunlarımıza miras bırakırız.
Cüneyt Polat
twitter.com/aybers